28 Şubat 2011 Pazartesi

Rüya mı gerçek mi?

Sabaha karşı mutfaktan gelen tıkırtılara uyandı kadın, adam yatakta değildi. Yorganın altına saklanma ihityacı duydu nedense. Uyku ağır bastı ve gözleri kapandı. Alarm sesine gözlerini açtı, elini sağ tarafa attı, adam yoktu. Sonra bir an duraksadı; "rüya mı gördüm acaba? yoksa gelmesini çok içten dilemiştim de rüyama mı girdi?" saçmalıyordu, dün geceyi sırasıyla baştan sona anlatabilirdi. Ama bu bir rüya da olabilirdi. Olabilir miydi? Off kafası çok karışmıştı. Ancak mutfağa giderse bunu çözebilecekti. Ne de olsa buzdolabındaki rakı şişesinin dibinde bir parmak kalmıştı; ya da öyle olması gerekiyordu.

Kalktı, polar battaniyesine sarındı, ayağından düşen beyaz spor çoraplarıyla tam bir şapşala benziyordu, aynada kendisini görünce "ciiiyyykk" diye bir çığlık attı. Ayağı, eve geldiğinde odanın girişine bıraktığı çantasına takıldı, "hay lanet" diyerek mutfağa yürüdü. Bulaşıklığın yanında duran rakı kadehini görünce rahatladı, yada öyle sandı. Evet, adam dün gece evdeydi, hatta şişenin dibinde kalan rakıyı da bitirmiş, kilerde duran diğer şişeyi de yarılamıştı. İşte şu an dün gece yaşadıklarının rüya olması için herşeyini verebilirdi; ama değildi.

Salona geldiğinde, adamı TV'nin karşısındaki kanapede uyur buldu. Altında bir boxerla soğuk olan salonda büzüşmüştü resmen. Koltuktan battaniyeyi aldı ve üstünü örttü. Mutfağa dönüp kendine bir fincan kahve yaptı, gazeteyi almak için kapısını açtı. Sepet içinde taze ekmek, gazeteleri ve arasına "Gönül'den sevgilerle" yazan bir kart sıkıştırılmış bir buket nergis vardı.

"Ne kadar zarif bir kadın bu Gönül hn, en ihtiyacım olduğu anlarda ya bir buket çiçek ya küçük bir kavanoz elleriyle yaptığı reçel yada geçen yaz elleriyle tek tek ayıkladığı vişnelerden yaptığı likör buluyorum kapımda" kendi kendine konuşarak kapısını kapadı. Ekmeğin ucundan bir lokma kopardı, ağzına attı, nergisleri koymak için bir sürahiye su koydu, sonra yatak odasına geçti. Aslında terasa açılan bir kapısı yoktu odanın, ve dokuyu da bozmamak için söz vermişti ama bazı sabahlar kendini terasa atabilmek için komik bir çözüm bulmuştu kendi kendine; camın önüne koyduğu bir basamakla camdan terasa geçebiliyordu. Hemen camının önündeki hasır koltuğuna oturdu ve güneşin yüzüne iyice değmesi içn koltuğunu biraz çevirdi.

Kahvesini bitirene kadar kıpırdamadı oturduğu yerde. Kahvesi bitince annesiyle buluşacağı aklına geldi, ve hemen odasına geri döndü; tabiki camdan girdi içeri.

Duşa girdi, giyinirken içeriden gelen sesleri duydu. "Evettt, sabah seansımız başladı" dedi belli belirsiz bir sesle. Çantasını aldı, salona yürüdü. Kuru bir günaydın dedikten sonra, mutfaktan Asiye Abla'nın çöreklerinden 3-4 tanesini alıp poşete koydu ve içeri doğru "ben çıkıyorum" diye seslenerek evden çıktı.

Apartmandan çıkarken annesini aradı; nerede buluşacaklarını sordu, sonra birlikte sahilde oturmanın keyifli olacağına karar verdiler. Otoparka doğru yürüdü; arabasını aldı ve yola çıktı.

Yarım saat sonra annesiyle buluşmuştu bile. Şanslarına güneş vardı, soğuktu ama ikisi de sıkı sıkı giyindikleri için soğuk onları pek de etkilemedi. Çaylar içtiler, Asiye Abla'nın çöreklerinden yediler, konuştular, kahve içtiler. 3 saat farkına varmadan bol bol konuşarak gemişti. Artık gitme zamanı gelmişti; annesine sarıldı ve 2 gün sonra onun için hazırlayacağı doğum günü partisini unutmaması gerektiğini söyledi. Annesi sadece çekirdek ailenin olduğu bir yemeğin yeteceğini söylemişti; kadın da "hıhıhı" diye cevaplamıştı. Evet küçük bir yemek olacaktı ama en sevdikleriyle birlikte.

Dönüş bir saat sürmüştü, çoktan öğle servisi başlamıştı. Neredeyse koşarak yokuşu tırmanmış, Hayal Dünyası'na geldiğinde nefes nefese kalmıştı. Kapıda Murat'la karşılaştı. "Günaydın Leydim" diye sırıttı.

"Arayan soran var mı Murat?", "yok Leydim; mutfakta da burada da asayiş berkemal" dedi. "Yalnız birlikte bir Balık Pazarı'na gitsek de sen bir balıklara baksan; karidesimiz de kalmadı" dedi. "Tamam birazdan gideriz, ben bir mutfağa bakayım" diyerek içeri girdi.

Gerçekten de mutfakta herşey yolundaydı. Eve gidip ayaklarını uzatmak istiyordu, ama daha karides almalıydı, ayrıca kaç gündür yoktu, herşey yolunda diye daha fazla başıboş bırakmanın bir anlamı yoktu. "Murat bir kahve yapar mısın? sonra Balık Pazarı'na gidelim" dedi. Dışarı çıktı, boş bir masanın kenarına ilişti, sigarasını yaktı ve o sırada çocuklardan biri kahvesini getirdi. Kahvesini bitirdiği sırada Cafe'ye bir grup gelmişti, Murat'a burada kalmasını söyledi ve tek başına ara sokaklardan Balık Pazarı'na doğru yürüdü.

Balıkçı İsmet'i gördüğünde, "bugün sadece karides alacağım, başka balıklara bakmak ve benden gizli Cafe'ye göndermek yok tamam mı?" dedi; ikisi de gülüştüler. Karidesleri aldı, çingenenin sattığı kır çiçeklerinden de 3 demet aldı ve Cafenin yolunu tuttu.

Karidesleri mutfağa bıraktı, çiçekleri vazolara bölüştürdü. Evdekini merak ediyordu, acaba hala uyuyor muydu yoksa gitmiş miydi? Bunu ancak eve gittiğinde öğrenecekti.

Akşam üstüne doğru telefonu çaldı; telefonun ekranında EVİM yazıyordu. Evet hala oradaydı. Telefonu açtığı anda "kaçta geleceksin?" sorusuyla karşılaştı. "Geç gelirim, Cafe kalabalık" diye cevap verdi. "Geç kalma seni bekliyorum" dedi ve kapattı adam.

Neden bu bir rüya değildi acaba? Bir taraftan sesini duyduğunda heyecanlanıyor, diğer taraftan da baştan aynı filmde oynamaktan korkuyordu. Gözlerini sımsıkı kapasa ve açtığında hepsi bir rüya olsa; diye düşündü... Ama hepsi gerçekti; yaşadıkları, duyguları, ama hepsi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder