18 Şubat 2011 Cuma

Gündoğumu

Kadın odasına çıktığında geceyarısı olmuştu. Dolunay uzaklaşmaya başlamasına rağmen hala odayı az da olsa aydınlatıyordu. Kahveye ihtiyacı vardı; ama kahve kalmamıştı, balkon kapısını açıp yan odanın ışığının yanıp yanmadığını kontrol etti. Bahçeden ıslık sesi geliyordu; oda da değildi ama balkon kapısı açıktı. İçeri girdi, dolabın üzerinde duran kahveyi aldı ve etrafına bakınmadan hemen odadan çıktı. Islık sesi hala devam ediyordu. Balkondan eğilip aşağı baktı, göremedi. Otel sahibi bahçenin ucunda sigarasını içiyordu. Kahvesini hazırladı, çantasını karıştırdı, eline gelen ilk kitabı aldı ve şömineye birkaç odun attı. Kahve çok iyi gelmişti. Sigarasını yaktı, koltuğa yerleşti, battaniyeye sarındı ve okumaya başladı. 35inden sonra şiir okumaya başlamıştı; bazen elindeki şiir kitabı aylarca çantasında dolaşır, bazen de bir nefeste bütün şiirleri içine çekerdi. Kitabın kapağında aynen şöyle yazıyordu "Benim söylemek için çırpındığım gecelerde, Siz yoktunuz"... Özdemir Asaf'ı okumak her zaman huzur vermişti O'na. Bu gece şiirlerinde kaybolmak iyi gelecekti. Sayfaları şöyle bir çevirdi, önce sırayla bir kaç şiir okudu; sonra da rastgele sayfalardan rastgele şiirler seçerek okumaya devam etti. Kahvesi bitmişti, bir fincan daha iyi gelecekti. "Keşke bir kadeh konyak olsaydı" diye geçirdi içinden. Kahvesini yaptı ve koltuğuna gömüldü. Saat ilerliyordu, bazı şiirleri 3 kere 5 kere okuyordu, içine çekiyordu kelimeleri tek tek. Saatine baktı, neredeyse 3 olmuştu, birkaç saat sonra gün doğacaktı. Bahçeden gelen ayak sesleri dikaktini çekti. Kulak kabarttı, ikisi de hala bahçedeydi. Üşüdü; kalktı balkon kapısını kapattı. Şömineye birkaç odun daha attı, kitabı sehpaya bıraktı ve alev alev yanan odunları seyretmeye koyuldu. İçi geçmişti; burnuna gelen kokuyla gözlerini araladı. Bir an nerede olduğunu anlamamıştı. "Hadi kalk" dedi. Nasıl girmişti içeri? Balkon kapısını kapatmıştı, oda kapısında da sorun yoktu. Çok oluyorlardı. Gözlerini sımsıkı kapadı, ve birkaç saniye sonra açtığında evet karşısında duruyordu. "Nasıl girdin içeri?"cevabını bile bile sormuştu soruyu. Adam güldü, "bırak şimdi içeri nasıl girdiğimi de gün doğumunu seyretmeye sahile iniyorum geliyor musun benimle?" dedi. Her yanı tutulmuştu, günbatımını seyretmişti, gündoğumunu kaçırmamalıydı. Kalktı, "5 dakika sonra aşağıda olurum üstümü değiştireceğim" dedi. Adam olduğu yerde kıpırdamadan durmaya devam ediyordu. Kapıya doğru yürüdü, adam hala duruyordu. Kapıyı açtı, ama hiçbir hareket yoktu. "Çıkar mısın lütfen üstümü değiştireceğim" dedi. Adam, kapıya doğru adım attı ve ayağıyla kapıyı itti. "Giyin hadi, sanki ilk defa yanımda soyunacaksın" dedi. Kadın hiçbir şey söylemeden soyundu ve üzerine kalın birşeyler geçirdi. "Oldu mu istediğin?" dedi, montu ile kaşkolunu aldı, ceplerini yokladı eldivenini buldu ellerine geçirdi. "Hadi gündoğumunu kaçırmak istemiyorum" dedi ve odadan çıktı. Arabaya bindiler, sahile gelene kadar konuşmadılar. Arabayı park ettikleri yerden az ötede kayalara vardıklarında, dağların arasından bir kızıllık göz kırpmaya başlamıştı bile. Sırtlarını denize döndüler ve İda'yı seyretmeye koyuldular. O dev ağaçların arasından yavaş yavaş yükseliyordu güneş. Soğuktu, kadın titredi. Adam, elini omuzuna attı kadın geri çekildi. Adam üstelemedi. Konuşmadılar. Sadece seyrettiler... Sessizliği kadın bozdu, "sende kaldığım bir gece yorgunluktan bayılmışım, sabaha karşı gözümü açtığımda oda boştu, salonda kanapede sızmıştın, kendime kahve yaptım ve balkona çıktım, gün doğmak üzereydi, bağdaş kurup yere oturdum, seni fark ettiğimde kaç dakika geçtiğini bilmiyordum bana -hayat bu işte, sen ben olmuşsun, ben ise sen, sen gündoğumunu içine çekiyorsun, ben ise seni- dedin" ve gözlerinden birkaç damla yaş geldi. Adamın eli akan yaşlara uzandı, "ben hala içime çekiyorum seni sen benden uzakta olsan da, sen bensin ben ise sen"... "İda'da gündoğumu" dedi kadın yüksek sesle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder