26 Şubat 2011 Cumartesi

Yol

Kadın gözünü yoldan ayırmamaya çalışsa da arkasında bıraktığı yeşilliği dikiz aynasından takip etmeye çalışıyordu. Yaklaşık bir saat sonra susadığını fark etti ve ilk benzinciye girdi. Marketten su ve ıvır zıvır şeyler aldı; benzini vardı. Tuvalete girdi, ve yola çıkmaya hazırdı. Saatine baktığında 15:45 feribotuna rahatlıkla yetişebileceğini fark etti. Arabaya bindi ve bir cd seçmek için kucağına cd çantasını aldı. Gelirken Nilüfer eşlik etmişti yol boyunca galiba dönüşte de O'nun sesini dinlemek iyi gelecekti.

Yola koyuldu yine. Bir taraftan müziğe kendini kaptırmış araba kullanıyordu, diğer taraftan da şu 3-4 günü geçiriyordu aklından. Kendini dinlemek için çıkmıştı yola, uzun zamandır yapmak istediği yolculuğu gerçekleştirmek için. Hiç böylesini hayal etmemişti. Birbirlerine hiç bahsetmedikleri bir yerde birbirlerinden habersiz aynı anda bulunmak ne demekti? Bunu düşünmek, bu sorunun cevabını bulmak için kafa patlatmak ne kadar doğruydu? Kendini kaybetmemeliydi; en son kendini kaybettiğinde neler olduğunu hatırladı ve bir anda tüm vücuduna dikenler batmaya başladı. Hayır, hayır aklından atmalıydı bu soruyu. Yaşadığı bu 3-4 gün yanına kar kalmıştı, yolculuk tüm benliğini ele geçirmiş ve sonunda hayatın keyfine bir kez daha varmıştı. Ayrıldıklarının üzerinden 3-4 ay geçtiği sıralarda, bir telefonla hayatı değişmişti. O gün, kendisi olduğunu hissetmişti tekrar ve en yakın arkadaşına "Sesini duymasam da, yüzünü görmesem de, O'nun hayatımın bir yerinde olduğunu bilmek bana yeter" demişti. Evet ya yeterdi; daha fazlasına gerek yoktu. O'nunla aynı yatağı paylaşmak, o kokuyu içine çekmek, o gözlerin içinde kendi suretini görmek, daha ne isterdi ki bir kadın.

Dördüncü parça başlamıştı, havada çam kokusu, yollar güneşin parlak renkleriyle aydınlanıyor, ama her camı açtığında içeri Ege'den esen buz gibi rüzgar dalıyordu. Bir sigara yaktı, kaşkolunu boynuna doladı ve camı açtı. O sırada telefonu çaldı; kulaklığını aradı, her zamanki gibi çantasında unutmuştu, telefon 2 kez daha çaldı ve kapandı. İlk gördüğü benzinciye girip, kulaklığını çıkarmalıydı çantadan. Geçenlerde bir ceza yemişti bu yüzden, bir ikincisi ağır gelebilirdi. Telefon yine çaldı ve o yine açmadı. Yarım saat sonra bir çay bahçesi tabelası gördü; gözleme de yapıyorlardı, tabelada öyle yazıyordu. Hemen önündeki park yerine park etti. Çantasını ve montunu aldı ve arabadan indiğinde buz gibi havayla karşılaştı; cam açtığında hiç olmazsa sıcak klima çalışıyordu; montunu geçirdi üzerine, koşa koşa içeri girdi. "Bir çay lütfen" dedi ve cam kenarındaki masaya oturdu. Çantasından kulaklığı çıkardı; telefonunu kontrol etti; aynı kişiydi arayan ama numarayı tanımıyordu. "Aman boşver tekrar arar" dedi; ve annesinin numarasını çevirdi. Annesi kadının ara sıra ortadan kayboluşlarına göz yumardı, bazen 3-4 gün konuşmazlardı; ama tam ortadan kaybolduğunda çalardı telefonu ve annesini karşısında bulurdu.

Annesiyle ilginç bir ilişkileri vardı; bazen kim anne kim çocuk karıştırıyorlardı. Ama onlar böyleydi işte; birbirlerinin bakışlarından binlerce kelimelik bir roman çıkartabilecek kadar iç içeydiler, ama bir o kadar da birbirlerinden kopuktular. "Naber anne?", "iyi senden naber? dönüyor musun artık" "evet dönüyorum, akşama İstanbul'da olurum, direk Hayal Dünyası'na gideceğim; yarın sabah kahve içeriz birlikte olur mu?" "tamam canım, feribottan inince ara, kocaman öptüm seni" "ben de anne...". Çayını da bitirmişti; artık yola devam etmeliydi; zırt pırt durursa değil 15:45 feribotu, 20:00dekine bile yetişemezdi. Çayın arasını ödedi, tekrar tuvalete girdi ve arabasına doğru yürümeye başladı. Tam o sırada teelfonu çaldı, "efendim?" diye açtığında karşıdaki ses "neredesin?" diye sordu. İyi de bu kimdi şimdi, ses tanıdıktı ama kimdi? "Pardon da nerede olduğumdan sana ne?" dedi. Karşı taraf kahkayı bastı, offf tanımıştı tabi ki, adamın kardeşiydi arayan ama o kadar boğuk geliyordu ki sesi, tanıyamamıştı.

"Yoldayım canım, akşama İstanbul'dayım" dedi. "E dönüşte uğrar mısın? "Yok, Hayal Dünyası beni bekliyor çok başıboş bıraktım, sonra da eve atarım kendimi" diye cevapladı. "Peki, sana bir paket vardı o zaman ben Hayal Dünyası'na bırakıyorum, sonra konuşuruz, optum şekerim"; "ben de" dedi ve telefonu kapattı. Hadi buyrun bakalım, önce adamla karşılaş, sonra kardeşi telefon açıp bir paketin var desin, bakalım daha neler olacak dedi kendi kendine.

Biraz daha yol aldı.. Az kalmıştı Bandırma'ya. Durup bir kahve içmeliydi; aklına Asiye Abla'nın çörekleri geldi. İlerideki benzincinin yanında küçük bir kahve vardı, orası çok uygundu durmak için.

Arabasını park etti, çantasından bir paket sigara çıkardı, arabadaki paketin içindeki son sigarayı yaktı ve dışarı çıktı. Evini özlediğini hissetti. 3-5 adım atmıştı ki çörekler geldi aklına, döndü bir çörek aldı eline ve kahveye yürüdü. Verandada oturdu, kahveci koşarak yanına geldi "hoşgeldin kızım, çayı yeni demledim getireyim mi?" diye sordu, aslında canı kahve çekiyordu ama çay da olurdu, "tamam amca getir bakalım tavşan kanı bir çay, yanına da bir dilim limon lütfen" dedi. Çayı geldiğinde çöreğini yarılamıştı, sigarası da kendi kendine yanarak sönmüştü. Soğuktu ama üşümüyordu. Çayını içti, bir fincan kahve de iyi gelecekti; kahveciye seslendi, adam 5 dakika sonra kahvesini de getirmişti. Tadına vara vara kahvesini içti. Kahvenin kokusu çokkk uzaklara götürmüştü kadını. Babasına yaptığı ilk kahveyi mutfaktan salona kadar döke döke getirmiş babası da "sen kesine evde kalacaksın" demişti. Kahveciye parasını ödedi ve arabasına geri döndü.

1 saat sonra Bandırma'daydı. Biletini aldı, ve sıraya girdi. Feribot boştu, görevli alt kata girmesi için işaret etti. "Hahahahahah şu işe bak yine alt kattayım" diye güldü. Arabasını park etti, çantasını aldı, telefonunu kapadı ve yukarı çıktı. Koltuğunu buldu ve oturduğu an gözleri kapandı. Dalgalar sayesinde feribot salıncak gibi sallanıyordu; yanında oturan kadının dürtmesiyle gözünü açtı, "geldik hanım kızım". "Teşekkürler" dedi, çantasından anahtarını çıkardı, "iyi akşamlar" dedi ve arabasına indi.

"Özlemişim İstanbul seni" dedi ve feribottan çıktı. Kendini Şişhane'ye atması bir saatini aldı, Bandırma'dan iki saatte geldi ama Şişhane'ye varması bir saat sürdü; "ya bismillah be İstanbul seni özledim dedim sense bana daha döndüğüm ilk anda kazık attın" dedi. Otoparka geldiğinde yorgunluktan tükenmişti artık, kahya "hoşgeldin, ikinci kata çık" dedi. Kadın teşekkür ederek, ikinci kata çıktı. Arabayı park etti, çantasını toparladı, kulaklığı çantanın içine attı, montunu giydi, kaşkol, bere ne varsa geçirdi üstüne, eldivenleri de ellerine taktı, hazırdı artık. Merdivenleri ikişer ikişer inerek avizecilerin oradaki kapıdan dışarı çıktığında hava lodosa dönmüştü, denizden suratına çarpan lodosu içine çekti, "olsun be İstanbul, sen istediğin kadar kazık at kimse senin yerini tutamaz" dedi ve yokuşu tırmanmaya başladı.

Tünel kalabalıklaşmaya başlamıştı, kendini yine bir Avrupa şehrinde hissetti. 5 dakikalık yürüyüşten sonra, Hayal Dünyası'na varmıştı. İçeride 3 masa doluydu, dışarıda ise boş masa yoktu. Kapıyı açtı, barmeni Murat gözleri ışıl ışıl "oooo leydim şatoya geri dönmüş" dedi. Çantasını kafasına atarmış gibi yaptı "naber Murat, ben yokken beni iflas ettirmediniz değil mi?" "Leydim insan sizi çok özledim falan der, biz kölelerin her zamanki gibi şatoyu kuşatma altına alan düşman kuvvetlerine karşı canla başla savaştık, ellerindeki tüm hazineye de el koyduk" diyerek kahkahayı patlattı. "Tamam anladım herşey yolunda" diyerek mutfağa geçti. Mutfaktakiler de kadına "Leydim" diye hitap ediyorlardı, hep Murat'ın başının altından çıkıyordu bunlar. Mutfakta da herşey yolunda gözüküyordu, feribotta 2 saat uyumuştu ama kafasını kaldıracak gücü yoktu yine de. "Murat, herşey yolunda olduğuna göre ben eve gidiyorum, yarın öğleye doğru geleceğim, birşeye ihtiyaç olursa ararsın, hadi kolay gelsin" dedi ve tekrar otoparka doğru yol aldı.

Arabasından Kaz Dağları'ndan getirdiklerini almalıydı; "offf Tanrım nasıl taşıyacağım ben bunları eve kadar?" diye kendi kendine söylendi. Otoparkta çalışan çocuklardan Ali'yi gördü, "Ali be işin yoksa şunları bneim eve kadar taşıyalım mı?" dedi. "Tamam abla, hemen geldim" diyerek arabanın içindekileri boşalttı ve Ali'yle eve doğru yürümeye başladı. Arnavut kaldırımı yollarda yürürken lodosu içine çekti. Evin önüne geldiklerinde çantasından anahtarları çıkardı, kapıyı açtı ve teras katındaki daireye tırmanmaya başladılar. Ellerindekiyle kolay değildi 5 kat çıkmak, hele 150 yıllık bir binanın 5 katı bugünkilerin 10 katı gibi olduğu düşünülürse. Neden mi merdiven? Çünkü asansör yine çalışmıyordu. Dairenin önüne geldiklerinde aklına paket geldi ama artık çok geçti, Ali'ye teşekkür etti, cebine 3-5 kuruş sıkıştırdı ve evinden içeri girdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder