13 Şubat 2011 Pazar

Biraz da benden... Yeni bir yıla girerken biten yılın muhasebesi...


Koca bir yılı daha geride bırakıyoruz... Geri sayım başladı yeni bir yıla kucak açmak için.. Muhasebesini yaptım geçtiğimiz yıln, sonra baktım elde kalan ne diye? Hastalıklar, kayıplar, biraz gülümseme, biraz göz yaşı, yaşanmışlıklar, terk edilişler, kavuşmalar, kavgaların yanında kucaklaşmalar, sevişmeler, ve yine terk edilişler ve terk etmeler... Kelimelerin boğazda düğümlendiği anlar ile kendini tutamayıp bağıra çağıra içindekileri fütursuzca söylediğin anlar birbiri içine geçmiş... 2-3 gün yağan karla yaşanan mutluluk ve hüzün içiçeydi... Defne'nin doğumgünü yine karlıydı... Doğduğu günkü gibi... Sonra bahar dallarının erkenden pıtrak pıtrak açması ile yüzümüze yerleşen gülümseme... Ya o toprağın kokusu...İçine çektikçe huzur veren o toprağın kokusu.. Arada bir ameliyat, hatta hastanede kutlanan bir doğumgünü ve sonrasında acı bir kayıp... Hiç top arabasının arkasından yürüdünüz mü? O nasıl bir gurur öyle... O askerlerin dimdik uygun adım marş yürüyüşleri.. Yolcu ettiğiniz hele büyübabanızsa... Gözyaşları sel olur içinize... Sonrasında Hıdrellez hazırlıkları... İlk dilek geçen seneki gibi O'nun içindi... Garaj kapısında yakılan gazete kağıtlarının üzerinden deliler gibi atlayan bir sürü kadın ve çocuk... Ve sabaha karşı 'Şöför Nebahat' sahile taşır komşularını... Dilekleri dalgalara kavuşsun diye... Yaz yaklaşırkenki heyecanımıza ne demeli? Yaşasın yelken! Ne telaştı program yaparken, aman düğün tarihimiz belli olsun da sonra tatil programı kesinleşsin diye... Hemen arkasından Almanya telaşı... Çocukların peşine takılan 3 anne... 3 kafadar... Çocuklarını göz yaşları içinde seyreden 3 anne... Almanya'nın orta yerinde 1 km'yi 8 saat dolaşma kapasitesine sahip 3 kadın... Dönüşte düğün telaşı... Kavgaların ve kahkahaların iç içe girdiği; herkese ilaç gibi gelen bir düğün... Kavuşmalar ve ayrılıklar... Pırıl pırıl parlayan gözler... Ne komikti... Bir yerden ben bir yerden Yalçın Abi herkes sus pus otururken birden bire birbirimizden habersiz piste fırlayıp dans etmemiz... Peki ya elinde 2 kamerayla yeri tavanı resimleyen bana ne demeli? Ne o her anı kaydedeceğim... Ve sonrasında yelken... çoluk-çocuk hep birlikte... sabah kahvaltıda öğlen ne yiyeceğiz tartışmaları öğlen yemeği hazırlanırken akşam hangi koyda ne yenecek konuşmaları... Ve hep arkanda bıraktığın birileri özlem duyduğun... Sonra Selimiye... Huzur... Yeşille mavinin kol kola girdiği, güneşin bir başka doğup bir başka battığı yer... İstanbul bizi özlemişti... Dönüşte yaşananlar... Mide krampları... Göz yaşları... Ve Defne'nin son anda çıkan İtalya yolculuğu... Dönüşte 3 nesil Bodrum seyahati... Arada dünyamıza erken gözlerini açan Alya... Bodrum... Havaalanından Turgutreis'e kadarki taksi maceramız... 3 eski dostun muhteşem bir sofra etrafında hayatın muhasebesini yaptıkları bir gece... Ve doğumgünüm... Can dostumla kızıldan kızıla çalan dolunay eşliğinde geçen en güzel doğumgünü.... Hani şair demiş ya "kelimelerin kifayetsiz kaldığı an", işte öyle bir tablo... Ve gerçek hayat... İstanbul... Kuledibi'nde, Nişantaş'da kaybolmalar... Galata'dan martıları seyretmeler... Okunan bir sürü kitap, paylaşılan sessizlik....Ve Ekim'de yaprakların solmasıyla hepimizin kalbi soldu... Kaybettik O'nu... Kardeşimin can dostu sonsuzluğa yürüdü... Hıdrellez'deki dileklerimiz böyle kabul oldu... Hayat acıyı da tatlıyı da aynı anda sunuyor insanoğluna... Ve tabiki Bangladesh, her an kanayan yaram... Yalnızlığın doruk noktası... Dönüş yolu boyunca ağlayan ben ve bana kutu kutu mendil taşıyan İsviçreli steward... Ve bayram... Üçümüzün bir arada olduğu ender 5 günlerden biri... Budapeşte, Viyana ve hayalini kurduğum Prag... Charles Köprüsü'nde göz yaşlarına hakim olamayan ben... Ve bana anlam veremeyen kocam ve kızım... Dönüşte uzun zamandır ziyaret etmediğim 'gidenler'i ziyaret... Defne'nin annemin elinden tutup o mezarlar arasında dolaşması garip bir huzur verdi içime... Bir sabah garip bir ürpertiyle uyandım... Ortada bir sebep yok... Ama içim bir garip... Keyifsiz geçen bir iş günü, öğleden sonra gelen bir telefonla değişti... İnsan hiç beklemediği bir anda hiç beklemediği bir ses duyduğunda bir garip oluyor... İşte bunları o gün düşündüm ben... O gün muhasebesini yaptım geçen bir yılın... Benden ne götürmüş, bana neler katmış... Galiba daha güçlüyüm benden götürdüklerine rağmen... Mutluluğun ne olduğunu buldum... Meğerse benim içimdeymiş, kalbimin taaa derinliklerinde... Ben, ben olmayı öğrendim bu sene... Elimdekilerle yetinmeyi öğrendim... ihtiyaç duyduğumda yanımda olacakların kim olduğunu öğrendim.... karar verdim kendim için daha çok şey yapmaya.. bir fincan sıcak kahve içerken seyrettiğim İstanbul'un beni huzura kavuşturduğunu öğrendim... Bir sürü kitabı aynı anda okuyabilmenin dayanılmaz hafifliğini hissettim içimin taaa derinliklerinde.... Kavuşmanın bir hayal olduğunu öğrendim geç de olsa... Severek, sevilerek, sevdiklerinle demişti bir arkadaşım... Bu üçünün ne kadar değerli olduğunu öğrendim bu sene... Çocuktum, büyüdüm, çocuğum oldu, çocuğum genç kız olma yolunda... Yaşanmışlıkların yaşamıma kattıklarını öğrendim... Huzuru içine çekmek ne demek onu öğrendim... Bir bakışla bir dokunuşla hayatların nasıl değiştiğini öğrendim bu sene... Babamı kaybettiğimde 'büyüdüm artık' demiştim... Şimdi olgunlaştım... Hayatıma giren, bana acı veren, beni mutlu eden, beni ben yapan herkese teşekkür etme zamanı... İçime çektim hayatı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder