20 Şubat 2011 Pazar

Kahveci

İkisi de üşümüştü. "hadi gel, sahildeki kahvede kahvaltı edelim, ikimizin de sıcak birer fincan çaya ihtiyacı var" dedi adam. Kalktılar, yavaş yavaş yürüyorlardı. Denizden vuran dalgalar midyeleri sahile taşımış, her attıkları adımda çıtırtılar sabahın sessizliğini bozuyordu. Kahveye yaklaştıklarında kahvede çalışan çocukla karşılaştılar "bize yiyecek birşeyler alsana" diyerek cebinden çıkan parayı çocuğun eline tutuşturdu adam. Kahveci geldiklerini görünce hemen bahçedeki bir masaya kırmızı bir örtü serdi; onlar söylemeden tavşan kanı çayları tepsiye koyup bahçeye geri döndü. "Bizim hanım içeride ekmek yapıyor, 15 dakikaya kadar hazır olur siz de bu arada çaylarınızı için. Ha eğer üşüdüyseniz hemen mangalı yakayım" dedi. Adam evet anlamında başını salladı. Çaylarını içtiler, o sırada çocuk elinde 2 torba ile dönmüştü. İçeri girdi, "çaylarını tazele" dedi kahveci. Karısı ekmekleri kontrol etti, çocuğun aldığı poğaçaları ve peynirleri tabağa yerleştirdi; dolaptan elleriyle yaptığı mandalina reçelini çıkardı, zeytinlerin üzerine biraz zeytinyağını gezdirdi, kekikle kırmızı biber serpti. Kahveci de bahçeden topladığı domateslerle biberleri yıkamış tepsiye koymuştu, biraz da ot koydu üstüne. Kahvaltı hazırdı... Bahçeye çıktılar, kadın "offf ekmeğin kokusu buralara kadar gelmişti neredeyse içeri girip -acıktımmmmmmm- diye bağıracaktım" dedi. Mandalina reçelini gördüğünde gözleri parladı "çocukluğumun reçeli" dedi. Konuşmadan sofradakilere daldılar; kahveciyle karısı içeriden gülerek halleririni seyrediyorlardı. Kadının ağzından damlayan mandalina reçelini elindeki ekmeğin ucuyla alan adam çaktırmadan ağzına atıyor, kadın ise adamın tabağındaki domatesin suyuna ekmeğini banıyordu. Uzun zamandır bu kadar keyifli bir kahvaltı etmemişti. Oysa ki sabah-öğle-akşam kahvaltı edebilecek kadar düşkündü kahvaltıya ama İstanbul'da yollarda geçen ömründen 5 dakika ayıramadığı için eline kepek ekmeği arasına sıkıştırılmış bir parça peynir tüm kahvaltısını oluşturuyordu. Adam zaten ne kahvaltı ederdi ne yemek yerdi. Normal bir insan gibi yediğine ilk defa burada rastlıyordu; kahvaltı ediyordu, akşam yemek yiyordu hem de olması gereken saatlerinde. Kaç dilim ekmek yediğini bilmiyordu kadın; son dilimin üzerine yerleştirdiği mandalina reçeline baktı, ve "aynen İda'da doğan güneş gibi parlıyor" dedi. Sofrada ekmek kırıntıları dışında boş tabaklar ve boş bardaklar vardı. Bir an patlayacakmış gibi geldi, "bize 2 sade kahve yapar mısın?" diye kahveciye seslendi. Kahveci elinde cezve, kahve ve fincanlarla geldiğinde kadın "eee" dedi; kahveci güldü. "Kahvaltı sırası bizde; zaten mangalda yapacaktım kahveyi, ben hazırlayayım sen de pişir güzel kızım olur mu?" dediğinde kadın yerinden kalktı ve cezveyi eline aldı. Adam sigarasını yakmıştı, "bana yok mu?" dedi kadın uzandı paketinden bir tane sigarayı aldı, ve mangala doğru eğildi. Kahve olmak üzereydi. Derin bir nefes çekti sigarasından; çalan telefon sesiyle arkasına döndü. "Hayır bugün de dönmüyorum" diyordu adam telefondakine. "ya ben İstanbul'dan neden kaçtım kafa dinlemek için, dönene kadar iş miş beni ilgilendirmiyor" dedi ve kapadı telefonu. Kadın kahveleri koydu ve sandalyesini ayağıyla itti, ve oturdu. Yine konuşmuyorlardı. Kahvelerini bitirdiler, kadın bulunduğu yerden memnundu. Kalktı içeri girdi, kahvecinin karısıyla sohbete başladı. Adam bir sigara daha yaktı, kahveci de bir fincanla adamın yanına geldi. "eee anlat bakalım, naparsınız buralarda?" Adam, gülümsemekle yetindi. "Anlaşıldı, sen de tepedeki otelin sahibiyle aynı sudan içtin herhalde; O da ilk buraya geldiğinde aynı senin gibiydi; ama ehlileşti" diyerek kahkahayı patlattı. "Ama o burada kaldı, ben döneceğim" dedi. Kahveci; "kalbin burada kalacak, ruhun burada kalacak, bedenin dönse ne fark eder?" dedi. Adam "haklısın galiba" dedi. Saat 11:30 olmuştu bile. Sabahın beşinden beri dışarıdaydılar; içeri bakındı kadınlar konuşmaya devam ediyorlardı. Kalktı kapıdan başını uzattı; "hadi gidelim artık" dediğinde kadın el salladı "tamam geliyorum" dedi. Adam kahveciye borcunun ne kadar olduğunu sorduğunda "olur mu evlat sen o kadar alışveriş yaptırmışsın, bunlar da bizden" diyerek kapıya doğru adamla yürümeye başladı. Kadın da gelmişti; "her şey için çok teşekkürler, ellerinize yüreğinize sağlık" diye teşekkür ettikten sonra bahçeden çıktılar ve arabaya doğru yürümeye başladılar. "Teşekkür ederim" dedi; adam gülümsedi. "Çok üşümüşüm, otele gidince şöminenin önüne kıvrılacağım ve bütün gün kalkmayacağım" dedi. Adam, "demek daha dönmüyoruz" dediğinde kadın derin bir nefes aldı. "Tamam kalıyorum" dedi. Otele gelmişlerdi. Otel sahibi bahçede misafirlerle konuşuyordu; kadınla adamı gördüğünde el salladı. Onlar da el salladılar; adam bahçeye doğru yürüdü, "sen odaya mı çıkıyorsun?" diye sordu. Kadın merdivenlere doğru adım attı "evet şöminenin başında ısınacağım" dedi. Odaya geldiğinde kapısının açık olduğun gördü; dün gelen çocuk odadaydı, küfeden birakç odunu şömineye atmıştı. Kadın teşekkür etti ve çocuk çıkınca odadan üzerindekileri çıkardı; sıcak bir duş iyi gelecekti. Çabucak soyundu ve sıcak suyun altında biraz vakit geçirdi. Çıktığında her zamnki gibi bütün banyo buhar olmuştu. Ürperdi; hemen giyindi. Kolutğu şöminenin karşısına çekti,battaniyeyi aldı, sehpadaki kitaba uzandı; çantasındaki pakete gözü ilişti. "Gerçekten ben hangi ara bu kurabiyeleri çantama atmışım ki?" diyerek paketten bir tane alıp ağzına attı. Kitabını okumay koyuldu; 2 saat boyunca hiç yerinden kalkmadı, ateşi seyretti, kitabını okudu ve yine ateşi seyretti. Merdivenlerden gelen ayak sesleri ile oturduğu yerden doğruldu. Kapı çalındı o sırada; yerşnden kalkmadan "efendim?" dediğinde adam "sahilde balık yiyeceğiz hadi giyin aşağı gel" dedi. Kadın cevap vermedi, kalktı üzerine yine kalın birşeyler geçirdi. Sigarası bitmişti; bir paket sigara aldı çantasından ve dışarı çıktı. Adam bekliyordu arabanın başında. Otel sahibi yoktu, kadın sordu "nerede?"; "önden gitti, akşam için alışveriş yapacakmış hadi gel, bizimle sahildeki kahvede buluşacak" dedi. "Acıktığımı söyleyemem ama yine de balık güzel bir fikir; hem de sahilde". Sahile indiklerinde yürüyüş yapan birkaç kişi vardı, kahveye vardıklarında arkadaşlarını gördüler. "eee nerede kaldınız, biz balıkları seçtik, Asiye abla içeride salataları hazırlıyor, Mustafa abi ile ben birinci kadehleri bitirdik bile" dedi ve hemen ellerine birer kadeh rakı tutturdu. Kadın "kahvede mi balık yiyeceğiz?" diye sorunca kahveci "beğenemedin mi?" dedi; kadın söylediğine söyleyeceğine bin pişman oldu. Ve yine otlar, kırmızı yeşil domatesler, biberler, mangaldan gelen balığın kokusu, hafiff esen bir rüzgar, acıktığını hissetti; sanki sabah tüm sofrayı silip süpüren o değildi. Kahvecinin karısı, Asiye abla, elinde tepsilerle geldiğinde kadın hemen bir sandalyeye oturdu. "Çok acıkmışım, hadi oturun artık" dedi. "eee neye kadeh kaldırıyoruz?" diye sordu Asiye abla, kadın şaşırdı başında yemenisi altında şalvara benzeyen bir etek-pantalon köylü kadın elinde bir kadeh rakıyla masaya oturmuştu. Kahveci kadının şaşırdığını anladı "Ege'de herkes birdir, kadın şalvarını geçirir altına zeytin de toplar, sofrada kocasıyla birlikte rakı da içer" dedi adam. Kadın "o zaman Ege'nin kadınlarına kadeh kaldıralım, hayatı içten gelerek yaşayanlara içelim" dedi. Kahvecinin tabaklarına koyduğu balıklara gömüldüler bir anda. Otel sahibi gülerek lafa başladı "Mustafa abi ya nasıl geldiniz buraya anlatsana" dedi. Kahveci, rakısından bir yudum aldı ve başladı anlatmaya "Asiye köylümdü; babamın zeytinlikleri vardı; Asiye'ninkilerle yanyana. Hasat zamanını iple çekerdim; Asiye ile geçireceğim 15 günün hayalini bütün bir sene kurardım. Aradan zaman geçti, ben liseyi bitirdiğimde babama üniversiteye gitmek istediğimi söyledim. Bana -senin sevdiğin var nasıl olacak bu- dediği zaman yüzüm kızarmıştı; çocukluğumdan beri Asiye'ye aşık olduğumu biliyorlardı demekki. Neyse, cesaretimi toplayıp -evet sevdiğim var ama, onunla bir ömür geçirebilmem için mesleğimin olması lazım- dedim. Dedim de ben bunu hiç Asiye ile konuşmamıştım. Aynı anlarda bizim evde geçen konuşmanın benzeri Asiye'lerin evinde de geçiyordu. Ama babası kabul etmemişti; liseyi bitirmişti işte, zeytinlikte çalışmak için üniversite diplomasına ihtiyaç yoktu. Sonunda ben kabul ettirmiştim, Asiye ise kaderine boyun eğmek zorunda kalmıştı. Bunu duyduğumda hemen babamla konuştum ve bir hafta içinde Asiye'yi istememizin gerektiğini, eğer evlenirsek hem onun hem de benim okuaybileceğimizi anlatana kadar göbeğim çatladı. İzmir'de kirada olan bir dairemiz vardı. Babam baktı inadımdan vazgeçmeyeceğim tamam dedi. Ve biz Asiye'yi istedik. Bu arada üniverstie sınavlarına başvurularımızı yaptık; düğün hazırlıklarına giriştik. Asiye ana okulu öğretmeni olmak istiyordu, ben de Ziraat Mühendisi. Babası naz yapsa da baktı vazgeçeceğimiz yok 3 ay içinde evlenmemize izin verdi. Ver elini İzmir ondan sonra. İkimiz de okulumuza devam ettik; ben Ziraat Mühendisi çıktım, Asiye de ana okulu öğretmeni. Artık köye dönme vaktimiz gelmişti. Rahmetli babamın hakkını hiçbir zaman ödeyemeyiz, biz okulumuzdan geri kalmayalım diye bir işe girip çalışmamıza izin vermedi ve 4 sene boyunca bize gözü gibi baktı. Döndüğümüzde Asiye, hamileydi. -bak Mustafa çocuğumuz olacak ama ben çalışacağım- dediğinde nasıl reddedebilirdim. Bir kızımız oldu, Ayşe. Ayşe 6 aylıktı, Asiye ilçedeki ilkokulun ana sınıfına öğretmen olarak başladı. 3 sene sonra bir oğlumuz oldu, Ali. Asiyem kışın okulda çalışıyordu, yazın zeytinlikte. Aradan geçti 30 sene. Asiye emekli oldu, çocukları evlendirdik baktık olacak gibi değil, zeytinlikte geçirdiğimiz zamanın dışında çok boş vaktimiz kalıyor, ikimiz de alışık değiliz, Asiye'nin babasından kalma bu dükkanı kahveye çevirdik. Şimdi yaz olduğunda çocuklar torunlarımızı alıp geliyorlar, hep birlikte biraz kahvede çalışıyoruz; daha doğrusu yaşıyoruz, yiyoruz içiyoruz, zeytinliğe gidiyoruz. Ali de Ziraat Mühendisi çıktı, zeytinle zeytinyağı ile daha çok o ilgileniyor. İşte bizim hikayemiz" diye lafını bitirdi ve rakısından büyük bir yudum aldı. Kadın, önce kahveciye sonra da karısına baktı. "Hiç arkanıza dönüp de keşke yapmasaydık dediğiniz zamanlar oldu mu?" diye sordu. Asiye abla cevap verdi, "olmaz mı, tabiki oldu, hele okurken para istememek için kaçak işlerde çalışmaya kalkar sonra yüzümüze gözümüze bulaştırır, sonunda da babasına yakalanırdık; her defasında tüh be keşke yapmasaydık derdik. Bir de hep çalıştık be kızım; ancak çocuklar büyüdükten sonra birbirimize vakit ayırmaya başladık, çok güzel bir hayatımız oldu, İzmir'in en şık lokantalarında da yemek yedik, köylünün sofrasında da. Azla da yetindik, ama çokla şımarmadık. Keşke birbirimizi gençken de bugün olduğu gibi yaşayabilseydik, tek keşkemiz budur" dedi. Adama baktı kadın. Adam sigarasını yaktı, kadına uzattı. Sessizlik çökmüştü masaya, "hadi ama balıkları soğutmayın" diye sessizliği kahveci bozdu. Yemeğe daldılar, otel sahibi ile kahveci bugün çıkan balıklardan konuştular, Adam sessizce onları dinliyordu. Saatin geç olduğunu hava kararmaya başladığında fark ettiler. Hep birlikte kalkıp sofrayı topladılar, mangal ateşinde içilecek kahveler için kadın içeriden fincanları getirdi, otel sahibi cezveyi mangala yerleştirdi. Kahvenin kokusu sarmıştı etrafı. Kahvelerini içtiler, otel sahibi "artık kalkma vakti geldi, bakalım ben yokken ne halt etmişler otelde?" diyerek kalktı. "Biz de geliyoruz" dedi arkasından adam. Kahveci ile karısına teşekkür ettiler. Ve kalktılar. Otele geldiklerinde kadın sarhoş gibiydi. İçtiği rakıdan değil, yaşadığı günden sarhoş olmuştu. "İzninizle" diyerek odasına çıktı. Bir gün daha bitmişti İda'da...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder