13 Şubat 2011 Pazar

Yolculuğa çıkmak gerek...

Kadın yatağından zorlukla kalktı... Bütün hafta koşturmaktan takati kalmamıştı. Bir anda uzun zamandır yolculuğa çıkmadığı aklına geldi. Evet ya, uzun zamandır yola çıkmamıştı ruhunu dinlendirmek için. Yolculuk için zaman ayıramamak ne kötüydü. Gözlerini sımsıkı kapadı ve yolculuğa çıkacak zamanı olsa nerelere giderdi diye hayal etmeye başladı. Atlardı arabaya, denizi ve yeşili kucaklayacağı Kaz Dağlarına doğru yol alırdı. Zeytin ağaçlarının arasından masmavi denizi seyreder, dinginliği içine çekerdi.... İçi titredi bir an. Gözlerini açtı, kahvesini yapmak üzere mutfağa doğru yürüdü. Kahvesini hazırladıktan sonra odasına gitti, dolabın tepesinden çantasını aldı, birkaç giyecek, iç çamaşırı, çorap, şampuan, diş fırçası ile diş macununu çantaya attı. Hızlıca bir duş alıp giyindi. Arabaya atladı, nereye gittiğini bilmiyordu. Araba O'nu nereye götürürse oraya gidecekti. Kendini bir anda feribot iskelesinde buldu. Şanslıydı; Bandırma Feribotu yarım saat sonra kalkacaktı ve neredeyse boştu. Hemen biletini aldı; feribotu beklerken bir kaç yere telefon etti. Arabasını ilk defa alt kata park etti. Evet ya güzel bir gündü. Yerini kolayca buldu. Oturdu ve gözlerini kapadı. Gözlerini açtığında 2 saatlik yolculuk bitmişti ve feribot Bandırma'ya ulaşmıştı. Artık istikameti belliydi... Yeşille maviyi kucaklamaya gidiyordu. Nerede kalırdı, yoksa kalmaz gece son feribotla döner miydi bilmiyordu. CD'lerini karıştırdı, Nilüfer'in yeni CD'si gözüne çarptı. Camlarını açtı ve müziği dinleyerek yola koyuldu. Birkaç saat sonra istediğine ulaşmıştı. Sırtını yeşile dayamış, karşısında engin mavilik... Deniz kenarına indi; arabasını park etti; montunu giydi, kaşkolunu sıkı sıkı bağladı. Bir an acaba çantaya bir bere atmış mıydı diye düşündü ve hemen elini attığında bere ile eldivenler eline geldi. Artık rüzgara karşı yürüyebilirdi. Sahil boyunca bir aşağı bir yukarı yürüdü. Taşlarda oturdu. Sonra açık bir kahveden gelen çay kokusunu burnuyla takip etmeye başladı. Sıcacık bir çay iyi gelecekti; belki de çıtır çıtır bir simit... Üşümüştü, ama çok mutluydu... Çayını içti, simidini yedi. Artık hayata geri dönmeye hazırdı. "Çılgınlık bu" dedi kendi kendine. Bu kadar yolu bir bardak çay içmek için mi gelmişti. İlk defa buraya geldiğinde kaldığı şirin motele gitmeye karar verdi. Ne olurdu ki; belki yerleri vardı. Yada şöminenin karşısında geceyi geçirmesine izin verirlerdi. Hem kapıdan çevirecek değillerdi ya. Heyecanlandı. Yokuşu çıkarken "lütfen ya, bu güzel günü güzel bitirmem için bana yardım et Tanrım" diye haykırdı. Arabasını park etti; hiç çantasını almaya yeltelenmedi bile; "ya yer yoksa" dedi kendine... Son zamanlarda ne çok kendi kendine konuştuğu aklına geldi yine. Güldü; o sırada kapı açıldı. Güler yüzlü otel sahibi "hoşgeldiniz"dedi. Tereddütle baktığını fark edince; "yalnızsınız herhalde; çok şanslısınız otelimizin en küçük odası bu akşam boş" diye lafı devam ettirdi. Kadının gözleri parladı; "teşekkür ederim" diyebildi sadece. Adam ne kayıt yaptı ne de başka bir soru sordu; anahtarı verdi ve "biraz önce şömineyi yakmıştım, 1-2 saate kalmaz odanız hamama döner" dedi. Gülümsediler birbirlerine. Akşam yemekte balık olduğunu söyledi adam; yörenin kırmızı şarabını mı tercih ederdi acaba kadın; yada bildik bir şarap mı? belki de rakı içmek isterdi. Kadın biran duraksadı "siz ne içiyorsunuz?" diye sordu. Adam "bu gece Efe içiyorum, lacivert Efe; bugün tutulan ve rakıda marine edilen levrekle ancak Lacivert Efe gider" dedi. "O zaman ben de lacivert Efe içeceğim" dedi kadın ve oradan uzaklaştı. Kapıyı açtığında çıtır çıtır yanan odunun sesi ve odaya yayılan kırmızı-turuncu rengi görünce içi ısındı. Yatağın üzerinde duran kırmızı ekose battaniye onu çok mutlu etti. Hemen girip sıcak bir duş almalı ve kendine gelmeliydi. Suyun altında ne kadar kaldığını bilmiyordu, ama rahatlamıştı. Hemen üzerine birşeyler geçirdi, biraz allık sürdü. Çantasının ağzını kapatırken paketi gördü, ne zaman koymuştu çantaya acaba. "Kesin çıldırdım ben" dedi. Kapıyı açtı ve buz gibi esen rüzgarla yüz yüze geldi; kaşkolunu boynuna sardı, eldivenlerini cebine soktu, beresi ve içine sigarası ve telefonunu koyduğu minik keseyi eline aldı. Otelde kendisinden başka 2 çift daha vardı; bir de bahçedeki şezlongda kafasındaki bereden ve kaşkoldan gözükmeyen bir adam. Ya da öyle sanıyordu. Gülümsedi, Issız Adam "sanmak" fiilinden nefret ederdi. O da kullanmamaya çok dikkat ederdi. Otelin sahibi elinde minik bir karaf, minik kadehler ve üzerinde Kaz Dağları'ndan toplanmış zeytinlerle eski usul sıkılmış zeytinyağı gezdirilmiş, biraz kekik serpiştirilmiş keçi peyniri ile dolu bir tabak bulunan tepsiyle mutfaktan çıktı; "geldiğinizi görünce hemen rakıyı hazırlayayım dedim; yemekten önce tadına bakmak istersiniz değil mi?" diye sordu. Kadın gülümsemekle yetindi. Bahçede yanan çingene mangallarından birini yanına şezlongu çekti; adam küçük bir sehpa getirdi ve elindekileri sehpaya bıraktı. Hemen arkasından odada bulunan ekose battaniyenin aynısından bir tane getirdi; "soğuk bu gece, üşümeyin" dedi. Kadın huzurluydu, yüzü gülüyordu evet dışarısı ayazdı ama O hiç üşümüyordu. Şezlonga oturdu; rakısını kadehe doldurdu, birkaç buz attı ve keçi peynirinden gelen zeytinle kekik karışımı kokuyu içine çekti. Anason, kekik, zeytinyağı... Hayat çok güzeldi. İçeriden hafif bir müzik geliyordu; İncesaz olmalıydı. Kadının içli sesi aldı O'nu uzaklara götürdü; hani hep hayalini kurduğu, gündoğumunu seyretmek istediği, arada sokaklarında kaybolduğu o yere doğru gitti. Her buluşmalarında "ne zaman gündoğumunu seyredeceğiz?" diye sormuştu. Rakısından bir yudum aldı ve "işte O'nunlayım yine" diye geçirdi içinden... Biran içi titredi, etrafına bakındı, kaşkollu bereli adam biraz uzağında elinde rakı kadehi ağaçlara bakınıyordu. Çiftlere bakındı; onlar şöminenin karşısında şarap içiyorlardı. Bir yudum daha aldı rakısından... Gözlerini kapadı ve hiçbirşey düşünmedi... Biran yanından birisinin geçtiğini fark etti, ama gözlerini açmadı. Ama bu kokuyu tanıyordu; olamazdı. Yine de açmadı gözlerini. Otelin sahibi 15-20 dakika sonra yanına gelip yemeğin hazır olduğunu söyledi. Bahçede de yiyebilirdi ama isterse O'na ve arkadaşına eşlik edebilirdi. "Neden olmasın?" dedi; birlikte verandaya geçtiler, adam sandalyeyi çekti ve oturması için kadına yardımcı oldu. Masada 2-3 çeşit ot vardı, ve yeşile çalan zeytinyağı... "Seveceğinizi düşündüğüm minik börekler hazırladım, biraz ot biraz deniz mahsulü umarım beğenirsiniz" dedi adam. Arkasından gelen ayak seslerini duyduğunda kalbi deli gibi çarpmaya başladı, tanıyordu bu kokuyu... Hem de çok iyi tanıyordu... Beresini başından çıkarmış, ellerini ovuşturarak gelen adam masaya yaklaştığında nefesi kesilir gibi oldu... O'ydu... Otel sahibi tanıştırmak istedi; "biz tanışıyoruz" dedi adam... Hem de birbirimizi o kadar iyi tanıyoruz ki, hiç birlikte gelmediğimiz, adını bile anmadığımız bu oteli aynı gece kalmak için seçecek kadar... "Yolculuğa çıkmak gerek" dedi kadın; bu sefer yüksek sesle... 

1 yorum:

  1. "Yola çıkmak" birilerinden uzaklaşırken,kendine yakınlaşmak...

    YanıtlaSil