25 Nisan 2013 Perşembe

Kırmızı

Emre'nin kollarına yığılan Derin ateşler içinde yanıyordu. Emre, önce üstündekileri tek tek çıkardı, sonra banyoda sıcak suyun altına soktu. Derin hiç konuşmuyordu; Emre bir bebeği yıkıyordu sanki.  Banyodan sonra saçlarını kurutup hemen yatağa yatırdı.

"Sıcak bir fincan ıhlamur sonra da ilaç içeceksiniz küçük hanım; ateşin almış başını gidiyor. Bugünden itibaren benim sözüm dinlenecek bu evde."

Derin hiç cevap vermedi; sadece gözleri hareket etti.

Emre mutfakta bir taraftan ıhlamuru kaynatmakla uğraşıyordu diğer taraftan ilaçların bulunduğu çekmece ile boğuşuyordu.

"Tanrım, Derin neden her el attığım çekmece aynen sana benziyor, karmakarışık!" Kendi kendine konuşurken telefonu çaldı; arayan Murattı.

"Emre, geldi mi Derin eve?"

"Geldi Murat, sırılsıklam olmuş, kollarıma yığıldı kapıda. Ne yapacağım ben bu kadınla Murat? Ne yapacağım Allah aşkına bir şey söyle"

"Emre sadece sakin ol, ben akşam uğrayacağım. Hep birlikte bunun altından kalkacağız, Derin'i kaybetmeye hiç mi hiç niyetim yok".

"Gelirken birkaç şişe şarap getir, gece uzun".

"Anlaştık, başka birşeye ihtiyacın olursa haber ver."

"Ok"

Ihlamur hazırdı; Derin gelmeden önce hazırladığı çorbayı önce bir kaseye koydu, ilacı buldu ve odaya gittiğinde Derin'i uyurken buldu.

Uyandırmaya kıyamadı, kenarda duran koltuğa çöktü ve Derin'i seyretmeye başladı.

2 saat kadar sonra Derin gözlerini açtı, karşısında O'nu seyreden Emre'yi buldu. "Susadım", Emre mutfağa gidip bir bardak su getirdi. "Şimdi çorba içme vakti küçük hanım; sen yataktan çıkma ben şunu ısıtıp geleyim".

Derin yatağının içinde sessizce düşünüyordu; nasıl bu noktaya gelmişlerdi? Bu insanlar nasıl hayatının içinde başrolü almışlardı bir anda? O mu kapıyı açmıştı yoksa? Tüm bunları aklından geçirirken Emre elinde bir tepsi ile içeri girdi.

"Sen çok terlemişsin, hemen üstünü değiştiriyoruz arkasından çorbanı içiyorsun. Telefonun salonda ve sessizde kim ararsa arasın sana ulaşamayacak ben tamam diyene kadar küçük hanım. Şu andan itibaren bu evde ARAS adı anılmayacak. Yarın, Aras'la ilgili bu evde ne varsa direk çöpe gidecek. Beni anladın mı Derin?"

"Bir liste ver elime de hata yapmayayım bari. Ne bu böyle Emre? Ne yapıp ne yapmayacağım beni ilgilendirir. Yeter herkesin hayatıma müdahale etmesi. Ben yarın köye gidiyorum, Aras'la yüzleşeceğim. Ve buna kimse engel olamayacak. Sonra, sonra ne yapacağımıza karar veririz!"

"Derin sen anlamadın galiba beni? Bu iş bitti!!!! Ve sen yarın köye falan gitmiyorsun"

Derin tam ağzını açacaktı ki Emre'nin gözlerinde çakan şimşekleri gördü; hali yoktu Emre ile tartışmaya şu an, bu güçsüz haliyle karşı çıkamazdı Emre'ye; sustu.

Üstünü değiştirdi, çorbasını içti. İçinden çığlık atmak geliyordu, etrafındaki herşeyi kırıp dökmek istiyordu.

1 saat sonra biraz daha kendine gelmişti. Yatmaktan sıkılmıştı. Tam o sırada kapı çaldı; Gönül hanımdı gelen. Emre ile sessizce birşeyler konuşuyorlardı, duymasına imkan yoktu. Gücünü toplayıp kalktı yataktan. Koridorda duraksadı; Emre'nin "hayır Gönül hanım izin veremem Derin'e; gidemez köye" deyişini duydu.

Salona girdiğinde Emre kırmızı dolabın üstüne oturmuş elinde sigarası sinirden çıldırmış gibiydi.

"Hoşgeldiniz" dediğinde Gönül hanım ayağa kalktı ve Derin'e sarıldı.

"Güzel kızım, yarın köye ancak ben de yanında olursam gidebilirsin. Murat bizi götürür; sonra da döneriz".

Derin'in her zamanki gibi gözlerinden yaşlar süzülüyordu.Hayatına anlam katan, her kararına destek olan bu kadını ne yapmıştı da hak etmişti acaba?

Emre dışarıda işlerinin olduğunu söyleyip, çıktı gitti. Gönül hanım, Derin için kanapeyi boşalttı; battaniyesini getirdi.

"Sen biraz buraya uzan, ben evden birşeyler alıp geliyorum güel kızım. İstediğin birşey var mı?"

Derin kafasını salladı sadece.


Gönül hanım çıktıktan sonra etrafta telefonuna bakındı; ama göremedi. Ev telefonuna da baktı, o da yoktu ortalarda. Besbelli Emre saklamıştı...

Yarım saat sonra anahtar sesine gözlerini açtı; Gönül Hanım elinde koca bir buket mor frezya ile gelmişti.

"Hadi bakalım biraz gözümüz gönlümüz açılsın, ferahlayalım".

"Ben bir duşa gireceğim Gönül hanım, Sizi yalnız bırakmamda bir sakınca yok değil mi?"

"Yok güzel kızım; ben de mutfakta birşeyler hazırlayayım sana, güzel bir çay demleyeyim de birlikte içelim."

Minnet borcu nasıl ödenir bilemiyordu Derin. Ve gün geçtikçe bu minnet borcu çok artmaya başlamıştı.

Sıcak duş iyi gelmişti; seyahate çıkmadan önce aldığı yeni eşofmanlarını giydi; gitmeden önce yıkamamıştı ama mis gibi kokuyorlardı; Gönül Hanım'ın işiydi kesin bu.

Salona geldiğinde çay hazırdı, sehapnın üstü çeşit çeşit kurabiye ve cupcake doluydu.

Kanapeye kuruldu ve mis gibi çayın kokusunu içine çekti. Tam o sırada kapı çaldı. Gelen Emre'ydi. Elinde kocaman kırmızı bir abajur vardı; Derin soran gözlerle baktı:

"Eve gelirken aşağıdaki dükkanda gördüm, seveceğini düşündüm, aldım".

Peki ya Emre'yi hak etmek için ne yapmıştı? Aras'a saplantılı halde aşık olduğunu bile bile hiç bırakmamıştı O'nu; en ihtiyacı olduğu anda bitivermişti yanında. Londra'da birlikte oldukları gecenin sabahında yanında Emre yatmasına rağmen "Aras" demişti de yine Emre elini tutmuştu...

Kırmızı dolap, kırmızı abajur...

Bu eve gelene kadar evine tek bir kırmızı obje almayı hayal bile edemeyen ben, bugün kırmızı dolabıma ve yeni kırmızı abajuruma bakarken bir kez daha "nefes" aldığıma şükrediyorum diye içinden geçirdi.

Akşam karanlığı çökmeye başlamıştı; Gönül hanım mutfakta yiyecek birşeyler hazırlamış, evine inmek için izin istiyordu.

"Derin'cim, eğer gitmeye karar verirsen saat kaç olursa olsun beni arayacaksın; ben 15 dakika da hazırlanırım. Tamam mı? Anlaştık mı?"

"Tamam Gönül hanım; zaten tek başıma o yolu alamam. Sizin elinizi tutarsam daha güçlü olurum."

"İyi geceler Emre"

"İyi geceler Gönül Hanım"

Gönül hanım kapıyı açtığında karşısında Murat'ı gördü; "hoşgeldin Murat oğlum, hadi size iyi geceler" deyip merdivenleri yavaş yavaş inmeye başladı.

Murat'ın eli kolu doluydu. Bir kaç şişe kırmızı şarap, cafenin özel peynrileri ve zeytinleri kocaman bir pakete sığmıştı.

Derin biraz uzanacağını söyleyerek odasına geçti.

Emre pikaba yeni aldıkları bir plağı koydu; aslında plak 1960'lardan kalma Nat King Cole'a aitti. Derin içeriden gelen hafif müzik sesiyle uykuya daldı.

Rüyasında salonu bomboştu; sadece kırmızı dolabı ve kırmızı abajuru şöminenin karşısındaydı. Yerde tek başına bağdaş kurmuş oturuyordu.

Bir anda gözlerini açtı, etrafına bakındı odasındaydı.

Emre ile Murat içeride film seyrediyorlardı. Yanlarına gitti "Murat bir kadeh de bana koy hadi" diyerek Emre'nin yanına kıvrıldı. Saklayacak birşeyi yoktu; artık hayatına devam etmeliydi ve Emre doğru insandı.







5 Nisan 2013 Cuma

Geç de kalmış sayılmazsın... OTIZMI FARK ET YAŞAMI PAYLAŞ... #2NisanOtizmOrtakYayin


Bu blogu açtığım günden beri çok da üstüne düşmedim; belki de yazmak istediklerimi sadece ben okusam yeterli geliyordu; amacım birilerine sesimi duyurmak değildi... Biraz karalamak yetecekti!
Twitter'dan takip ettiğim az sayıda insan var; bunlardan biri de İrem Afşin; kendi deyişiyle "Asberger Kahramanı" Nazım Özgün'ün Annişi:) Kaleminden ne kelime dökülürse dökülsün; hep bir umut var yazdıklarında en umutsuz anında bile... Hiç tanışmadım kendisiyle, kısmet belki bir gün tanışırız, yüz yüze sohbet ederiz...
Bugün sayfa O'na ait... Farkında olmak için görmek lazım...
Sevgiyle dolsun yürekleriniz...
#2NisanOtizmOrtakYayin /  #otizmifarketyasamipaylas

2 NİSAN DÜNYA OTİZM FARKINDALIK GÜNÜ…NİSAN DÜNYA OTİZM FARKINDALIK AYI….

ORTAK YAYIN YAZISI – M. İREM AFŞİN                                                      2 Nisan 2013

Otizm… Yaşamın farklı bir penceresi…

 

Nisan… Aylardan bahar. Havada baharın müjdecisi kokular, yavaş yavaş açan çiçekler, cıvıltıları ile hayatımıza neşe katan kuşlar, güneşin sıcak ışığına kavuşan dünya. Nisan, ruhumuzu aydınlık günlerde ferahlattığımız ay.

Nisan, 2008 yılından bu yana, dünya üzerinde yaşayan milyonlarca çocuk ve aileleri için çok başka bir anlam daha taşıyor: OTİZM.

2 Nisan, tüm dünyada otizm konusunda farkındalık yaratarak otizmden kaynaklanan sorunlara çözümler yaratmak amacıyla, 2008 yılında Birleşmiş Milletler tarafından “Dünya Otizm Farkındalık Günü” olarak ilan edildi. Her yıl, “Otizm Farkındalık Ayı” olan Nisan ayı boyunca dünya genelinde otizmin sorunlarını ve çözümleri konuşuluyor, araştırmaların teşvik edilmesi ve erken teşhisle tedavinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.

Oğluşum Nazım Özgün ile otizm labirentine adım attığımız o ilk günden bugüne 8 yıl geçti. Otizmin karmaşık fırça darbeleri yüzünden, hayatımızın yol haritasını yeniden tanımladık. Bazen düşününce sanki otizmden önce bir hayatımız yokmuş gibi hissediyorum. Çok eskiden kendini fanusuna kapatmış ruh bebeğimin, şimdi benimle hayatı paylaşması nasıl bir mucizedir, çok iyi biliyorum.

Otizm, doğuştan gelişen, genetik altyapıya dayanan, karmaşık nörolojik-biyolojik tabanlı bir gelişim bozukluğu. Başkalarıyla etkileşimde bulunmayı engelleyerek bireyin kendi iç dünyasıyla baş başa kalmasına yol açan otizm, genellikle 3 yaştan önce ortaya çıkarak çocukların sosyal iletişim, etkileşim ve davranışlarını olumsuz olarak etkiliyor.

Amerikan Sağlık Bakanlığı verilerine göre bugün dünya genelinde okul çağındaki her 88 çocuktan biri otizm teşhisi alıyor. Otizm erkek çocuklarda kız çocuklara oranla 3-4 kat daha fazla görülüyor, her 54 erkek çocuktan biri günümüzde otizm riski taşıyor. Dünyada son yıllarda şeker, kanser ve AIDS dahil olmak üzere bir çok hastalıktan daha fazla sayıda otizm teşhisi alınıyor.

Ülkemizde sağlıklı istatistikler olmaması nedeniyle, Otizm Platformu’nun öngördüğü verilere göre, tahmini olarak 550.000 otizmli birey ile 0-14 yaş grubunda 150.000 civarında otizmli çocuk bulunduğu “varsayılıyor.” Otizmli bireylerin ebeveynleri, kardeşleri, yakın akraba ve çevreleri de hesaba katıldığı zaman, Türkiye’de her ile yayılmış durumda otizmden etkilenen 2 milyondan fazla vatandaşımızdan bahsedebiliriz.

Otizmin kapısını açmak için ilk önemli adım, erken teşhis. Otizm, yaklaşık bir yaş civarında ilk belirtilerini gösteriyor. Annenin sesi ve gülümsemesi gibi sosyal uyaranlara bebeğin tepkisiz kalması veya tepkilerinde yavaşlık olması, göz teması kurmada zorluklar, motor gelişmede ve taklit becerilerinde gecikme, uyku ve yemek düzeninde sorunlar ilk belirtiler arasında sayılabilir. Çok yaygın bir yanlış kanı, özellikle erkek çocukların geç konuştuğu veya anne/babası geç konuşan çocukların da geç konuşacağı düşüncesi… Ve erken teşhis, otizmli çocuğun gerekli eğitim ve tedavileri alarak hayata katılması için ilk önemli adım.

Eğer çocuğunuz;

Ø  Sizinle ve başkalarıyla göz kontağı kurmuyorsa,

Ø  İsmi söylendiğinde veya çağrıldığında dönüp bakmıyorsa, söyleneni işitmiyor gibi davranıyorsa,

Ø  Konuşmada yaşıtlarının gerisinde kalmışsa, başkaları ile söyleşiyi başlatma ya da sürdürmede belirgin bir bozukluğu varsa, basmakalıp, yineleyici (ekolali) ya da özel bir dil kullanarak garip konuşuyorsa veya konuşması hiç gelişmemişse,

Ø  Gözleri sık sık bir şeye takılıp kalıyorsa,

Ø  Anlamsız gülme veya ağlama krizleri varsa,

Ø  Parmağıyla istediği şeyi işaret ederek göstermiyorsa,

Ø  Oyuncaklara amacına uygun oynamayı beceremiyorsa, yaşıtlarının oynadığı oyunlara ilgi göstermiyorsa,

Ø  Ellerini kanat gibi çırpma, parmak uçlarında yürüme, kendi çevresinde veya eşyalar etrafında dönme, sallanma, çırpınma şeklinde garip ve yineleyici hareketleri (stereotipi) varsa,

Ø  Bir şarkının bir bölümünü tekrar tekrar söylemek, dolapların kapaklarını sürekli olarak açıp kapatmak, ayak parmaklarının ucunda odanın bir ucundan öbür ucuna koşturmak, bazı eşyaları döndürmek veya sürekli sıraya dizmek gibi çeşitli ilgi ve davranış takıntıları varsa,

Ø  Günlük yaşamındaki düzen ve program değişimlere aşırı tepkiler veriyor ve uyum sağlayamıyorsa,

Ø  Kendisine ve çevresine yönelik zarar verici davranışlara sahipse,

vakit kaybetmeden teşhis için uzmanlara başvurmak gerekiyor.

Otizmin tedavisi var mı? Otizm, beş bilinmeyenli bir denklem gibi: Nedenleri tam olarak saptanamadığı gibi tek bir kesin tedavisi de günümüzde “henüz” mevcut değil! Otizm, toplumsal fark, ırk, dil, din gözetmiyor, çocuk yetiştirme biçiminizle veya sosyo-ekonomik koşullarınızla da ilgilenmiyor. Genetik faktörlerin yanı sıra, çevresel koşulların – yanlış beslenme, çevre kirliliği, kimyasal maddeler, yanlış ilaç kullanımı, ağır metaller, aşılarda bulunan bazı koruyucu maddeler vb.- otizmi tetiklediği düşünülüyor.

Otizmde biyolojik tedaviler ile ilgili çalışmalar devam ederken, bugün için kabul edilen en önemli tedavi aracı, erken yaşta verilmeye başlanan yoğun bireysel özel eğitim. Doğal gelişim gösteren her çocuğun kendiliğinden öğrendiği her şeyi, otizmli bir çocuğa özel eğitim yardımı ile öğretmek zorundasınız. Bu durum bazen iğneyle kuyu kazmaya benzese bile, her otizmli çocuk kendine göre bir öğrenme biçimine sahip. Önemli olan, kapıyı açacak doğru anahtarı bulmak.

Bilimsel olarak erken yaştaki çocuk için kanıtlanmış yoğun eğitim süresi haftada bireysel ve grup eğitimi olarak 40 saat. Oysa ülkemizde sosyal güvenlik kapsamında “otizm özel eğitim raporlu” çocuklar için aylık 6- 12 saat olan özel eğitim süreci, dünya genelinin oldukça gerisinde kalıyor.

Otizmli çocukların mutlaka eğitim sistemi içinde yer almaları gerekiyor. Çünkü eğitim, otizmli birey için her şeyden önce “tedavi” anlamına geliyor. Otizmi diğer engel gruplarından ayıran en önemli fark;  erken tanı ve erken bireysel/kaynaştırma eğitimiyle otizmli çocukların sorunlarının büyük bir kısmını aşmaları.

 

Oysa yaşamın gerçeği hiç de böyle söylemiyor size! Oğlum Nazım Özgün ile okul öncesi eğitim, ilkokul ve ortaokul süreçlerinde yaşadıklarımız, ayrımcılık hikayelerinden ibaret.  Otizmli/Aspergerli çocuk, genellikle bilgi eksikliğinden kaynaklanan dirençleri nedeniyle, okul yönetimleri, öğretmenler ve diğer veliler tarafından okulda “istenmeyen çocuk” ilan ediliyor. Kaynaştırma raporlarına rağmen, okul idareleri otizmli kaynaştırma öğrencisinin kaydını almak istemiyorlar. Okul yaşamı esnasında yaşanan sorunların büyük bir kısmını hoşgörü, anlayış ve bilgi yetersizliğinin giderilmesi ile çözebiliriz, yeter ki toplum tarafından yaşamın her anında bizlere dayatılan en büyük “engel” olan ayrımcılığı yok edelim!

Otizmin oldukça karmaşık yapısı, otizmli bireyle birlikte ailesi başta olmak üzere yakın çevresindeki herkesi hayatın tüm evrelerinde etkiliyor. Otizmli bir çocuğun ilerlemesinde en büyük sorumluluk ailelerde, en ağır yük de annelerin omzunda! Otizmden etkilenen bireyin ve ailesinin her şeyden önce yalnız ve ötelenmiş bir hayata mahkum edilmemesi için, özellikle doğal gelişim gösteren çocuk ebeveynlerinin toplumsal yaşamı bizimle paylaşmayı öğrenmeleri gerekiyor.

 

Oğluşum, benim uğur Böcüğüm, aldığım her nefesin anlamı, yaşam öğretmenim! O’nunla birlikte otizmle mücadele ederken, mutluluğun tek bir bakış veya tek bir kelimeden ibaret olduğunu görme fırsatım oldu. Seslenince dönüp bakması, ağzından tek bir kelime çıkması, ağlayıp öfke krizleri geçirmeden bir tam gün geçirmesi, benimle gezmeye, markete, restorana, sinemaya gidebilmesi, kendini hayatın gündelik akışında veya okul hayatı içinde idare edebildiğini görmek için… yıllarca sabırla bekledim. 

 

Biz ikimiz,  çok başka bir yerden, büyük bir boşluktan, hiçlikten, sessizlikten, kapalı bir fanusun içinden geliyoruz. Yoku çok, azı fazla, yaşam sevincinin dibine vuran, hayatı farklılıkları ile yaşamayı öğrenmek zorunda kaldığımız bir uçurumun taa en dibinden geliyoruz. Öyle bir yerden geliyoruz ki, “gelmez, düzelmez, hayata katılmaz, konuşmaz, kendini seslendirmez, hayatı anlamaz, anlatamaz, asla paylaşamaz, duygularını gösteremez, hissedemez, arkadaş olamaz, okuyamaz, hiçbir zaman tam öğrenemez, hatta sevemez” demişlerdi… Hepsinin ne kadar boş olduğunu yaşama sımsıkı tutunmasıyla gösteren oğluşumun annesi olmak kadar beni hayatta tanımlayan bir şey yok!

 

Son 8 yılda ailemiz haline gelen otizm topluluğunun içindeki her otizmli çocuk benim de çocuğum, otizmli anne-babalar ise yoldaşım. Onlardan sadece biri olarak diyorum ki, gündelik hayatın içinde karşılaştığınız ağlayan bir çocuğu yargılayıp, annesine laf etmeden önce bir an düşünün. Çocuğunuzun sınıfında otizmli bir çocuğun da olmasının, farklılıkları yaşayarak öğrenecek kendi çocuğunuza da faydası olacağını lütfen unutmayın.

 

Her yıl Nisan ayı, Türkiye’de otizm adına yeni umutlar, yeni adımlar demek… Eğer siz de “Otizmin farkındayım, ama fark etmek yetmez, yaşamı paylaşmak gerek!” diyorsanız,  otizmli çocukların ve anne-babalarının seslerine kulak verin, sesimize ses katın, otizmin bilinirliği ve sorunların çözümü için gönüllü destek verin ki, çocuklarımız hep beraber büyüsün J 

 

Çünkü her çocuk farklılıkları ile yaşamda yer almayı hak eder!

Nisan Dünya Otizm Farkındalık Ayı’nda yaşamı paylaşan herkese yürek dolusu selam olsun!

 

M. İrem Afşin

Nazım Özgün’ün Annesi

Gönüllü Otizm Aktivisti





 

OTİZMİ FARK ET, YAŞAMI PAYLAŞ! Kampanyası:

Otizmi fark et, fark ettir! Farkında olman yetmez, yaşamı paylaş! Yaşamı paylaşmak, sorunları paylaşmaktır. Ayrımcılık yapma, otizmliye engel yaratma!

#otizmifarketyasamipaylas http://youtu.be/O-xTwfFbGoo