13 Ağustos 2014 Çarşamba

Dicle

Derin, Dicle'yi ilk gördüğü günü hatırlamaya çalışıyor ama bir türlü zamanı kestiremiyordu. 

"Tanrım, bu ailedeki tek akıllı Meriç mi acaba?" diye içinden geçirdi. Her zaman Meriç hayatında ayrı bir yer tutmuştu. Tabak çanak kırdıkları günlerde de yanındaydı, kazadan sonra da. Belki de Derinle aynı kaderi paylaşıyordu.

Telefonunu çantasından çıkarıp gelen mesaj var mı diye baktı; Emre geceyarısı eve geleceğini söylüyordu; muzipçe gülümsedi. Emre için hazırlık yapmalıydı. Bunları aklından geçirirken cafenin kapısı açıldı ve Maya'nın sesini duydu. "Offf Dicle illa peşimden gelmen lazım" 

Mesut gelenleri görünce Murat'a "dememiş miydim" gibilerinden bir bakış fırlattı.

Alaycı bir ses tonuyla "Hoşgeldiniz, hangi rüzgar attı sizi buralara?" diyen Mesut'un yüzüne bile bakmadan ofisin kapısını büyük bir hışımla açtı.

"Bir kere ben aranızda geçen herşeyi biliyorum, tek sorumlu sensin; sen abimi mahfettin".

Mesut, Fırat'a daha dönüp "lütfen Dicle'yi al ve buradan git" diyemeden Derin eline kahve fincanını almış Dicle'ye doğru fırlatıyordu. Kimse bu sahneye engel olamadı.

Murat derin bir iç geçirdikten sonra cafede son kalan müşterinin hesabı istediğini duyduğunda bir an tereddüt etti, neyse ki sesler o masaya kadar gelmemişti.

Fincandaki kahve soğumamış olsaydı arada kalan Fırat haşlanacaktı. Dicle çığlık atmaya başladı, ve sonunda Fırat'ın sesi yükseldi. "Dicle, yeter artık, bu konuda senin dırdırını dinlemekten çok yoruldum. İnsanları çıldırtmanın hiç gereği yok. Derin çok haklı, biz ikisinin arasında ne yaşandığını bilmiyoruz. Ayrıca, Derin'i suçlama, hepimiz Aras'ın ne mal olduğunu biliyoruz; abin diye korumaya kalkma; zaten yılda kaç kere Aras'ı yada Meriç'i görüyorsun ki hayatlarını bilebilirsin. Yeter artık, insanların hayatını karıştırmaktan, bilip bilmeden yorum yapmaktan vazgeç."

Herkes ağzı açık dinliyordu Fırat'ı. Derin bir anda kahkahalarla gülmeye başladı. "Fırat be, ben de bu ailede tek akıllı Meriç sanıyordum, meğer senmişsin en akıllıları. Dicle'cim sana gelince; Aras'ın kardeşi olmasan seninle arkadaş olur muydum bilemiyorum, ama tek bildiğim Fırat çok haklı, hayatta öğrendiğim bir şey varsa her iki tarafı dinlemeden yorum yapmak veya eleştirmek seni en büyük hataya sürükler. İşin ilginci, sen ne abini dinledin ne beni dinledin, karşılığında abinin hayatını mahfettiğimi söylüyorsun. Bence sen otur bir düşün önce abin neden senden uzak duruyor! Lütfen şimdi kocanı ve kızını al ve cafemden çık git."

Murat koşar adım kapıya gitti. Dicle'nin hışımla kapıyı çarpmasından ve kapının yerle bir olmasından korkuyordu. Tam da beklediği gibi oldu; hışımla kapıya yaklaştı, Murat kapıyı açtı ve arkasına bakmadan çıktı gitti.

Fırat, hala Derin'in yanındaydı. "Derin, kusura bakma diyemiyorum çünkü çok haklısın. 3-4 ay önce köyde Aras'la kaldım bir gece, bütün hikayeyi en başından dinledim. Eğer benimle paylaşmak istersen dinlerim, soru sorarım. Yoksa kimsenin hayatına karışmak istemem. Ben buyum. Ama Dicle öyle değil. Karımı çok seviyorum, maalesef en büyük kusuru bu. Bugüne kadar ağzımı açmadım ama yeter artık. Aras benim en iyi arkadaşımdı; şu halimize bak iki yabancı olduk Dicle ile evlendikten sonra. Lütfen, Dicle'yi takma kafana. Bu ilişkideki tek doğruyu sen biliyorsun, hiçbirimize yorum yapmak düşmez. Eğer benim yapabileceğim birşey olursa lütfen çekinme ara ne zaman istersen. Artık sen istemedikçe Dicle karşına çıkmayacak. Hepinizin başını ağrıttık. Elden birşey gelmiyor. Mesut sonra konuşuruz. Haydi kendinize iyi bakın" diyerek çıkıp gitti.

Derin bir anda Özgü ile buluşması gerektiğini hatırladı. "Çocuklar ben çıkıyorum, akşam üstü dönerim" deyip arkasına bile bakmadan çıkıp gitti.

Mesut ile Murat bu kıyametin nasıl böyle atlatıldığına anlama veremiyorlardı. 

"Ya Mesut abi, ben var ya 10 yıl yaşlandım bunların arasında, sen nasıl katlanıyorsun anlamıyorum?" 

"Oğlum ben Derin ile tanışmadan önce Aras sayesinde Derin'i o kadar iyi tanıdım ki, artık hiçbir şeye şaşırmıyorum. Hatta sana bomba birşey söyleyeyim; Derin, Londra'da Emre ile birlikteydi."

"Saçmalama abi, nereden çıktı o?"

"Orası bana kalsın; ama hiç önemli değil. Derin nasıl istiyorsa yaşasın, son nefesime kadar onun arkasını kollayacağım. Ve biliyorum ki bu senin için de, Emre için de hatta Aras için de geçerli".

Derin, Özgü ile buluşmaya giderken bir ses duyduğunu sanarak arkasına döndü ve karşısında gördüğünün gerçek mi hayal mi olduğunu anlamaya çalışırken yere yığıldı!





22 Nisan 2014 Salı

"Gitme zamanı gelmişse 'dur' demenin, zamanı geçmişse 'dön' demenin ve aşk bitmişse 'yeniden' demenin anlamı yoktur.'' Gabriel Garcia Marquez...

Yaşın ilerledikçe bedeninde ve ruhunda oluşan değişikliklere tanık ediyor olmak kadar keyiflisi yoktur herhalde bu hayatta... Tamam; kilo almaya başlamış olabilirsin, benim gibi, ama hala kendini seksi hissediyorsan ne var bunda.. "Ama sağlığın" dediğini duyar gibiyim; bugün hiç o konuya girmeyeceğim...

Geçen hafta Derin'den bahsetmiştim; hayatına sokmak istediği, hayalini kurduğu erkekten... Sonra bir anda aklıma geldi; Derin hikayenin neresinde bu erkeği hayal etmişti ki? Aras'dan önce mi, Aras'dan sonra mı? Yoksa yaşı 40ı geçtikten sonra etrafında hem Aras hem de Emre varken mi?

Ufacık bir dokunuşun kıymetini ne yirmilerimde anlamışım, ne de otuzlarımda... Otuzlarımın sonuna doğru "sen bu dövmeyi sadece baban için yaptırdın" diyen bir arkadaşım bana kim olduğumu kendime bile itiraf edemezken suratıma tokat gibi çarpmıştı sözlerini! O gün aslında biraz daha ben olduğumu hissetmiştim.

Yıkıntıların arasında dolaşmayı kimse sevmez, ama bazen kendimi bir yıkıntı gibi hissettiğimde aklıma onu getirmeye çalışırım ki insanlar benden uzaklaşmasın. Bir şekilde bana, ben olduğumu hissettirir o sözler...

İltifat duymayı hangi kadın sevmez ki? Yirmilerimde genç bir erkeğin kendinden yaşça büyük bir kadınla birlikte olmasına anlam veremezdim; otuzlarımda neden olmasın ki demeye başladım, ama kırklarımı sürmeye başladığımda, iltifatın kendinden 10-15 yaş küçük birinden gelmesi ruhumu okşamaya başladı... Seviyorum böylesine değişikliği...

İltifatlar arttıkça, en yakınlarını sorgulamaya başlıyorsun ya işte bu da düşündürücü. Bazen bir oyun bir kabusa dönüşebiliyor; sorgulamalar peşi sıra birbirini takip edebiliyor, ya sonrasında???

Telefon defterinden silmek istiyorsun bir bir isimleri; sonra bir de bakıyorsun ki o sildiklerin senin hayatında sana gerçekten sen olduğun için değer vermiş isimler.. Duruyorsun, silemiyorsun, bir kalemde geçmişini silip atmak olacağından korkuyorsun...

Geçenlerde hiç karşılaşmadığım, ama sosyal medyadan arkadaş olduğum birisiyle yaptığım sohbette "kendini sev" dedi; bir diğer arkadaşımın da "önce kendini affet" dediği gibi; sevmek karşındaki ile başlamamalı; önce kendini sev, kendini affet... zaten sonrası çorap söküğü gibi gelecek...

"Yaşadıklarımın beni adam etmesi gerekirken, ben neden...?" diye başlayan cümleler kurarken buluyorum bazen kendimi. Pardon da kime göre yanlış, kime göre doğru bir söyler misiniz? Ben, canımın acıdığı anlardan dahi "iyi ki yaşamışım" diye bahsedebiliyorken sana ne be kardeşim? 

Ben, bana iyi gelecek insanları hayatıma almaya çalışıyorum, benim yüzümü güldürecek, masum bir iltifatıyla beni kendime getirecek insanlar istiyorum hayatımda...

Bir telefonla hayatımın değiştiği o güne dönmek istiyorum belki de... 

"Sana ihtiyacım var" bu sözü duymayalı o kadar uzun zaman oldu ki...

Ah işte en acısını da Gabriel Garcia Marquez söylemiş...

"Gitme zamanı gelmişse 'dur' demenin, zamanı geçmişse 'dön' demenin ve aşk bitmişse 'yeniden' demenin anlamı yoktur.''

Elimi uzatsam tutar mısın?





17 Nisan 2014 Perşembe

Sabahın kör karanlığı

Sabahın kör karanlığında gözümü açtım... Yine mi öyle oluyor? Yine mi kanım çekiliyor? Yine mi nefesim kesiliyor? Yine mi aynı sorular kafamı kurcalıyor? Yine mi demekten ne zaman yorulacağım?

Her istediğini elde edeceksin diye bir şey yok bu hayatta; hadi onu biliyorum da neden en ufacık bir isteğimi, arzumu yerine getiremiyorum?

Bazen kendimi sorguluyorum çok mu şey istiyorum diye?! Yoo, hayır ufacık bir gülümseme, bir nefes beni dünyanın en mutlu insanı yapıyor.

Sabahın kör karanlığında yollara düştüğümde beynim daha bir başka çalışıyor...

Bedenim isyanlarda, beynim isyanlarda... Etrafımda gelişen olaylara baktıkça kızıyorum kendime, sonra da bir arkadaşımın sözü geliyor aklıma "kendini affet önce, kendine kızmaya devam ettikçe kısır döngün devam ediyor, affet kendini, ondan sonra çorap söküğü gibi geçecek her şey"... De olmuyor be her zaman!

Bu aralar biraz şımarmaya, şımartılmaya ihtiyacım var... Eskiden bunu daha sık yapabiliyordum, ama yaşım ilerledikçe, nedense yapamaz hale geldim! 

Kısacık bir süreliğine de olsa, sadece "ben" olsam; gözlerimi kapasam ve sadece dalgaların sesini dinlesem. Bir kadeh rakı, bir dilim peynirle bütün bir geceyi geçirsem, ve etrafımda gerçekten kimse olmasa.

Sabahın kör karanlığında uyanmama sebep olan şey, bir hayalet gibi peşimde dolaşmasa ya. Yada bu hayalet gerçeğe dönüşse de ben de kurtulsam. Yani belki hayalet gerçeğe dönüşürse, ben de rahat bir nefes alabilirim.

Nefesim kesiliyor be, sendeliyorum, ayaklarım birbirine dolanıyor, dizlerim tutmuyor... Şaka gibi ya, vallahi şaka gibi... 2 sene boğuştuğum şeyleri sil baştan yaşıyorum; bok var zaten!

Sabahın kör karanlığında uyanıp kendini yollara atarsan sonu bu olur zaten... Nefesin de kesilir, sendelersin de...

Geçenlerde "o benim ruh ikizim lafına çok gülüyorum" diyen bir arkadaşa gelen cevabı duyunca bir an sarsıldım "o benim ruh ikizim değil, ruhum! ruh ikizini bulabilirsin, bir yerlerde karşına çıkar, ama önemli olan ruhunu bulabilmekte, nefesini bulabilmekte. Ben çok şanslıyım ki ruhumu da, nefesimi de buldum".. Böyle duyguları içinde hissetmenin ötesinde avazı çıktığı kadar bağıran kadınlara da ayrıca hayranım.

Ve o erkek de aynı şeyleri hissediyorsa, zaten konuşacak pek bir şey kalmıyor herhalde.

Ne zaman yazı yazmaya başlasam farkında mısınız hep aynı şeyler oluyor; daldan dala atlıyorum, dağılıyorum, sonra da toparlamak için didinip duruyorum. Hah işte hayatımın özeti de bu!

Daldan dala atlıyorum, dağılıyorum, hiçbir şeylere yetişemiyorum, koşuyorum, takatim kalmıyor, duruyorum zaman yetmiyor! 

"Ben bu aralar beni gördüğünde bir anlığına dahi nefesi kesilecek birini arıyorum, saçımın rengine iltifat edecek, kısacık kestirdiğimde "vaauuu süper olmuşsun" diyecek birini! Yanından geçerken gözlerini benden kaçırmayacak, en masum surat ifadesiyle bana hayran hayran bakacak birini arıyorum. Hatta tam yanından geçerken derin bir nefes alacak, sonra da boynuma doğru nefesini bırakacak birini arıyorum. Gözlerim gözleri ile kenetlendiğinde nefesimin kesileceği birini arıyorum. Ben uykuya dalmadan önce bir mesaj gönderecek, sadece tatlı rüyalar dileyecek birini arıyorum. Ben üzüldüğümde kendini hiç affetmeyeceğini söyleyen birini arıyorum, yada sabahın bir köründe beni gördüğünde nefesi kesilecek, dizlerinin bağı çözülecek birini arıyorum" hikayenin bir yerinde Derin, arkadaşına aynen bunları söylemişti. Bunlar Derin'in içinden geçenler miydi yoksa hikayeyi yazanın mı bilinmiyor! Derin de olsa yazar da olsa ne değişir ki... sen istemez misin böyle birisini hayatında!

14 Nisan 2014 Pazartesi

Karmaşa

Yine kendimi bir karmaşanın ortasında buldum...Ben mi karmaşa yaratıyorum yada karmaşa ayağıma kadar gelip de itiraz mı edemiyorum "yok ben istemiyorum" falan diye orasını bilemiyorum...

Ama bu sefer biraz da müsebbibi benim... galiba, yani evet öyle... kesin öyle... galiba her defasında müsebbibi de ben oluyorum zaten...

Bahar mı çarpıyor desem, kara kışta da buluyor beni karmaşa... Yok bu bahar falan değil... Tek sebep benim ben olmam, bu kadar basit aslında.

Dün yürürken karşıma bir çift çıktı; kadının belden aşağısı yok; adamın sol ayağı sağ ayağından kısa... Öyle bir aşkla bakıyorlardı ki birbirlerine... durup seyredecektim, hatta gidip ikisine de sarılıp "ben bu yaşıma kadar aşk nedir bilmemişim, bana aşkın ne olduğunu gösterdiğiniz için teşekkür etmek istedim" diyecektim; ama işte cesaret edemedim..

Sonra, martıları seyrettim... Öyle ilginç yaratıklar ki; oturmuşlar güneşe çevirmişler kafalarını, birisi kanat çırpmaya kalktığında hepsi ters ters otur aşağı dercesine bakış atıyorlardı...

Çok yürüdüm, kendi kendime kaldım, karmaşadan kendimi çeker çıkarırım sandım, ama daha çok içine gömüldüm.

Bedenimi öyle yormuşum ki, ruhumla ilgilenmeye fırsat kalmadı...

Bu karmaşa bana "vicdan" ve "şefkat" duygularını uzun zamandır sümen altı ettiğimi de gösterdi biraz biraz... Uzaklaşmışım gibi geldi... Etrafımda herkes bir şeylerin peşinden koşarken, kedi, köpeğe şefkat gösterip de insana şefkat göstermezken, vicdani duyguların yok olduğu bir anda karşıma çıkan o duygu biraz sarstı beni galiba... Aslında aradığım kelime "merhamet" belki de şu an içimden geçenleri anlatan...

Karmaşadan merhamete nereden geldik derseniz; bilmem arada yokluyorlar ya beni, belki de ondandır...

Geçen gün, "belki de yetiştirilme tarzımdan" dedi birisi konuştuğumuz bir konu üstüne.. Farklı dünyalarda yetişen,yolları bir yerlerde kesişen insan topluluklarıyız işte... "TV'de kadın görsem kafamı çevirirdim 14 yaşıma kadar, bana öyle öğrettiler" dediğinde, benimle bunu paylaşabilme naifliğine sahip belki de ender insanlardan diye düşündüm... 

O naiflikten ne kadar da uzaklaştığımı, hatta belki de içimde öyle bir duyguyu hiç taşımadığımı fark ettim. Benden yaşça küçük birinden hayat dersi almıştım.

Oysa ben öyle bir pencereden bakıyordum ki hayata, durmadan savaşmalı, durmadan direnmeli, asla yenilmemeli, hep güçlü olmalı, becerikli olmalı, hatta kadın olmaktan da öte bir varlığa dönüşmeli... 

Karmaşa...

Neresinden tutsam elimde kalıyor...




31 Ocak 2014 Cuma

O gün...

Güneşin camdan içeri sızmasıyla gözlerini ovuşturmaya başladı. Kahvenin kokusu mutfaktan yatak odasına kadar gelmişti. Sessizce yatağından kalktı, banyoya gitti. "Yeni bir gün" diye içinden geçirdi.

Banyodan çıktığında başucunda bir fincan dumanı üstünde kahveyi görünce yüzünde bir gülümseme oluştu.

Hızlı bir yudum kahvesinden aldı, üstüne bir şeyler geçirdi ve odasından çıktı.

Emre, terasta şezlonga oturmuş kahvesini yudumluyordu. Sessizce yanına yaklaştı, yanağına bir öpücük kondurdu.

"Günaydın"

"Günaydın Derin, umarım mutfaktaki seslere uyanmamışsındır"

"Yoo, güneşin camdan sızmasıyla gözlerimi açtım ve bir de kahvenin mis kokusuna:)"

"Benim dışarıda işlerim var; sonra da çocuklarla içki içeceğim. Senin programın ne?"

Sanki günlerdir Aras problemi yaşanmıyormuşcasına sormuştu Emre bu soruyu. Sanki, dün gece bu evde Aras'ı görmek istediğini söyleyen Derin'in yanında Emre yoktu. 

"Önce cafenin hesaplarını kontrol edeceğim, sonra da banka işlerim var. Eğer, banka işlerini Murat'a yıkarsam karşıya geçeceğim".

Sanki bu sözleri söyleyen dün Aras'a gitme kararı alan Derin değildi! 

Emre'nin karşısında nasıl davranacağını bilemez bir haldeydi. En iyi yolun bu olduğuna karar verdi, sanki hayat kendi rutininde devam ediyorcasına...

1 saat sonra ikisi de dışarı çıkmaya hazırlardı. Tam kapının önüne geldiklerinde, Emre şehvetle Derin'in dudaklarına yapıştı! Ne kadar zaman öpüştüklerini bilemeyen Derin bir an için bu anın gerçek olamayacağını düşündü, ama hemen aklından bu fikri atıverdi.

"Derin, akşam eve döndüğümde konuşmalıyız"

Emre'nin bu sözlü karşısında Derin kendini boşluğa düşmüş hissetti. 

"Akşama görüşürüz Emre" diyerek yanağına bir öpücük kondurdu ve kapıyı açıp arkasına bile bakmadan merdivenlerden aşağı koşar adım inmeye başladı.

Galata Kulesi'nin oraya geldiğinde üniversiteden arkadaşı Özgü ile karşılaştı. Selamlaşma faslından sonra, Özgü ile kulenin hemen yanındaki kahveye oturup birer bardak çay ısmarladılar kendilerine.

Özgü "Aras kaza yapmış diye duydum. Hayırdır Derin?" diye sorunca yüzüne garp bir ifade büründü.

"Aras kaza yaptı, sonra da hastaneden kaçtı" diyebildi. Bir taraftan da gülüyordu söylediklerine.

Uzun uzun anlattı Özgü'ye neler yaşandığını. Emre ile evlendiğinde ve boşanırken yanında olan 3-5 kişiden biriydi Özgü. Az mı habersiz bir geceliğine Amsterdam'a kaçmışlardı üniversitedeyken; döndüklerinde soranlara da "yok Ankara'ya gittik, yok İzmir'deki bir seminere katıldık" diye yalanlar söylerlerdi. Özgü'den saklayacaktı yaşadıklarını.

Ama nedense Emre ile geçirdiği son günleri söylemeye cesaret edemedi. Kimseye söyleyemezdi; her ne kadar Murat neler döndüğünü bilse de...

Çaylarını içtiler, ve Özgü birkaç işi olduğunu ama öğle yemeğini Derin'le yemek istediğini söyleyerek Derin'in yanından uzaklaştı. Derin bir çay daha söyledi kendine ve aşağıdan Galata Kulesi'nin terasını seyretmeye koyuldu.

Tam kahveci çayı masaya getirdi ki karşısında bir anda Dicle ile Fırat beliriverdi. 

"Derinnnnnnn" Dicle öyle bir çığlık attı ki pusetinde mışıl mışıl uyuyan Maya yaygarayı koparıverdi.

"Aaa Dicle? Fırat? ne işiniz var burada?"

Hafta arası kaçamağı yapmışlar, Maya ile birlikte Tophane, Karaköy geziyorlardı. İkinci çayını da onlarla içtikten sonra acelesi olduğunu söyleyip hesabı istedi. Dicle bir an elini tuttu "bırakma Derin" dedi.

Fırat, Maya'nın vızıldanmasını bahane ederek kalktı ve meydanda pusetle gezinmeye başladı.

"Dicle, hiç bir şey bilmiyorsun. Uzaktan bırakma demek kolay. Yaşadıklarımızı anlamanı da beklemiyorum. Ama lütfen şimdiye kadar nasıl uzak durduysan şimdiden sonra da uzak dur bu konudan. Seni severim biliyorsun; ama bu konuda ahkam kesecek son kişi de sensin. Fırat'la birlikte kurduğunuz dünyanın içinde kalın; hem ikiniz için hem de Maya için en doğrusu bu".

Bu sözler nasıl ağzından çıkıverdi, nasıl bu kadar sakin kalabiliyor hala kendine şaşıyordu!

Arınmanın belki de ilk safhası buydu...

"Derin beni yanlış anlıyorsun"

"Dicle burada yanlış anlaşılacak bir şey yok; karışma! sadece karışma"

Artık sabrı tükenmişti!

"Hoşçakal Dicle!"

Hızlı adımlarla meydandan Şişhane'ye doğru yürümeye başladı.

Kendi kendine konuşuyordu "manyağa bak be; benim ne yaşadığımdan senin haberin var mı? ben senin kardeşini ben kapıdan çıktıktan 1 saat sonra başka kadınların koynunda yakaladım be. Her defasında 'ben sana aidim sadece' diye beni kandırdı ve ben de O'nu affettim. Sen neden bahsediyorsun. Hayatıma girdiği andan beri normal geçen bir günüm kalmadı. Uykusuzluktan bitap düştüm, elimde şarap şişeleri ile kanape köşelerinde sızdım kaldım, tek başıma kalmak için kaçtım, kaçtım ve O'na yine yakalandım. Ve o senin manyak kardeşin gitti bir uçurumdan aşağı araba ile uçtu! ve sen gelmiş bu yaşadıklarımı zerre kadar bilmezken bırakma deme cüretini gösteriyorsun".

Nefes nefeseydi cafeye vardığında, ne hesaplara bakacak gücü kalmıştı ne de karşıya geçme! 

"Murat, bir kadeh kırmızı şarap koysana" diyerek kapıdan içeri girdiğinde camın önündeki masada oturan müşteriler boş gözlerle Derin'e baktılar. Saat daha sabahın 11iydi!

Derin müşterileri umursamadan barın arkasına geçip Murat'ın şaşkın bakışları altında kadehini tepeleme kırmızı şarapla doldurdu ve bir dikişte içti.

"Ya kadına bak be, bilip bilmeden hayatıma müdahale etmeye kalkışıyor" Murat şaşkın şaşkın Derin'e bakmaya devam ediyordu.

Elinden kadehi aldı, tabureye oturttu ve hemen sıcak bir fincan kahve koydu önüne.

Akıllı çocuktu; ne bir şey sordu ne bir şey söyledi. Derin'i tanıyordu! İçinden tanıdık kimse gelmese bari bu aralar derken kapı açıldı ve Mesut girdi içeri.

Derin hiçbir şey söylemeden ofisine geçti, Mesut da Murat'ın yanına gelip "hayrola?" diye sordu.

"Bilmiyorum abi, bu kiminle karşılaştıysa yolda zıvanadan çıkmış. hangi kadın bilip bilmeden konuşur ki buna?"

Mesut düşünmeden cevap verdi "DİCLE"...

"Ne diyorsun abi? Dicle niye zıvanadan çıkarsın Derin'i?"

"Çok basit, hiç bir şeyden haberi yoktur, ama her şeyi bilirmişcesine ukalalık yapar. O yüzden Aras, mümkün olduğunca Dicle'den uzak durur. Hayır anlamadığım hafta arası sabahın bu saatinde nasıl Derin'le karşılaşmış olabilir?"










Saçma günlerden bir gün...

Bir blogda okudum bu sabah "neden yalnız kalabilmeliyiz" ! Sonra da kendi kendime güldüm... Dün geceki tartışmadan sonra gerçekten çok komik geldi yazılanlar... 

Bazen de kalabalıkta yalnız olduğunu hissetmez misin? Aslında en büyük korkularınla yüzleştiğin anlar, kalabalıklar içindeki yalnızlıkların değil midir?

Yada düşük cümleler kuracağım diye korkarak bir şeyleri paylaşmamak mı daha doğru? Belki de düşük cümlelerin aslında senin yalnızlığını anlatıyor?

Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk kitabından sonra İsyan Günlerinde Yalnızlık adlı bir kitap mı yazsam diye geçirir kafasından hikayemizin kahramanı.

Sonra da saçmaladığının farkına varır. Çabaladıklarının karşılığında ne kazanmıştır? Koca bir hiç demeye dili varmaz, varmaz da yine de dönüp bir bakar ki arkasında koca bir enkaz bırakmış.

Nereden geldik şimdi biz buraya? Kopuk kopuk yaşadığımız hayatlarımızdan mı, yoksa sessiz çığlıklar attığımız anlardan mı?

Hangi tarafından tutsan elinde kalıyor gibi bir durum söz konusu. Pesimist olmayayım diyorsun, çaba gösteriyorsun ama öyle bir gol yiyorsun ki, "hassss...." diye küfrü basıyorsun.

Hah işte tam da öyle zamanlarda "yalnız kalabilmeyi" seçmek istiyorum... Ben mi? Yoksa hikayede adı geçen kadın mı? Sen de olabilir misin?

Saçmalıklar sinsilesi içinde geçen hayatlar, anlamsız tartışmalar, yanlış kararlar, bazen pişmanlıklar, offf bıktım artık dediğin anlar... Şişşşştttt kendine gel diyen birileri de yok ki etrafında... Çekip gitmişler... 

Hikayedeki kadın mı olmak istersin yoksa kendin mi?

Çıfıt çarşısı hayatlar yaşıyor olmamızın sebebi ne acaba?

Toz pembe değil hayatlar, hadi bunu biliyoruz da; be kardeşim hep de siyahla-gri arasında gidip gelmesin şu renkler.

Renkler mi? Camdan dışarıya bak da gör gökyüzü ne renk... Sabaha karşı gün doğumundaki kızıllık nereye gitmiş? Ya da denize vuran ayın gölgesi? Yakamoz neydi? Ya da mehtap nedir?

Böyle günlerde garip sorular peşini bırakmazken, nasıl yoluna devam etmeyi planlıyorsun?

Yalnızlığı sen seçtin taaa en başında bunu kabul et... Son pişmanlık fayda etmez bunu da biliyorsun...

Ama kardeşim ben de duvar hatta kaya değilim ki! Benim de ruhum var, benim de kırılma noktalarım var! Ben kırılma noktama ulaştığımda neden hep suçlu oluyorum? Beceremediğim şey insan olmak mı şu hayatta?

Dün "isyaaaannnn" diye bağırmak geldi içimden, "hadi len" dedim kendi kendime; bağır ne değişecek! Sonra gümmmmmmm! Suratına öyle bir tokat gibi çarparlar ki hah işte o zaman dua edersin iyi ki birkaç saat önce "isyaaaannn" diye çığlık atmadım diye...

Haddini bilmek konusunda da vaazlar dinlediğim çok anlar var; pardon da neden bir tek ben haddimi biliyorum? Sen de haddini bil! 

Ben, sensiz olurum da acaba sen bensiz olabilir misin? Ha bulunmaz Hint kumaşı olup olmamakla hiç alakası yok konunun! Sadece düşün haddini bil dediğin kadın yada adam hayatından çekip giderse neleri yitirmiş olacaksın?

Bak yine birbirine girdi konular, yine içinden çıkılamaz bir hal aldı. 

Yazarken bir 15 dakika ayrı kaldım, geriye döndüğümde bir de baktım ki ohhhooooo ne saçmalamışım ama!

Ulan gerçekten şu yaşa geldim elle tutulur tek varlığım var; onun dışında içine edeyim hiç bir bokum yok şu hayatta, hatta ve hatta bol bol hatalarım, bol bol parasızlığım, bol bol borcum var... peki ne yaptım bu yaşa kadar? Nasıl kendimi bu duruma soktum? Hiç başkalarını suçlama kızım, hep senin yediğin boklar yüzünden buralara geldin!

Kelimelere sığınmak da bugün pek bir işe yaramıyor. Kafamda aynı sözcükler yankılanıp duruyor! 


23 Ocak 2014 Perşembe

Şaka gibi 14 yıl...

24 Ocak... Hayatımızın en heyecanlı günü... Zeytin gözlümün dünyaya gözlerini açtığı gün...

Şaka gibi 14 yıl geçmiş... Kucağımda gözlerini bile açamayan minik sıçan yavrusu, zeytin gözlü, fıstık gibi bir genç kız oldu...


Geçen gün arabada giderken bir yerden laf açıldı ve ben kızıma teşekkür etmeye başladım...


Hayatımıza girdiği için teşekkür ettim kızıma...
İyi yürekli olduğu için teşekkür ettim...
Sorumluluklarını bildiği için,
İnsanlara değer verdiği için teşekkür ettim...
Elindekilerin kıymetini bildiği için teşekkür ettim...
Bizim verdiklerimizden çok daha fazlasını aldığı için teşekkür ettim...
Haklarını korumanın dimdik ayakta durarak savaşmak olduğunun farkına vardığı için teşekkür ettim...
İnatçı olduğu için teşekkür ettim...
Hayalleri olduğu için teşekkür ettim...
En önemlisi de benim kızım olduğu için teşekkür ettim...

Doğurduğum çocuk Defne değil de bir başkası da olsaydı tabi ki yine sevecektim; sevecektim de acaba Defne gibi bir çocuk olacak mıydı?

Ve yine şükrettim Tanrı'ya...


Hiç çocuk hayali kurmayan bir kadına, kızını kucağına aldığı anda bambaşka bir aşk yaşattığı için...


Her sene aynı şeyi tekrar edeceğim uğurböceğim...


Hayallerinin peşinden koş,
Dünyayı gez, dolaş,
Hatalar yap, ama lütfen yaptığın hatalardan ders al,
O kocaman yüreğini herkese açarken dikkatli ol, seni üzecek bir sürü insan çıkacak karşına, onlarla baş etmekten hiç vazgeçme...
Hayatında "keşke"lerin olmamasına gayret et, geriye dönüp bakma,
Adımlarını sağlam at,
Başın hep dik olsun...
Her nerede, ne yapmak istiyorsan onu yapmak için mücadele et,
Ve unutma biz senin alacağın her kararın ve yapmak istediklerinin arkasında olacağız...

Doğumgünün kutlu olsun bitanem...