31 Ocak 2014 Cuma

Saçma günlerden bir gün...

Bir blogda okudum bu sabah "neden yalnız kalabilmeliyiz" ! Sonra da kendi kendime güldüm... Dün geceki tartışmadan sonra gerçekten çok komik geldi yazılanlar... 

Bazen de kalabalıkta yalnız olduğunu hissetmez misin? Aslında en büyük korkularınla yüzleştiğin anlar, kalabalıklar içindeki yalnızlıkların değil midir?

Yada düşük cümleler kuracağım diye korkarak bir şeyleri paylaşmamak mı daha doğru? Belki de düşük cümlelerin aslında senin yalnızlığını anlatıyor?

Marquez'in Kolera Günlerinde Aşk kitabından sonra İsyan Günlerinde Yalnızlık adlı bir kitap mı yazsam diye geçirir kafasından hikayemizin kahramanı.

Sonra da saçmaladığının farkına varır. Çabaladıklarının karşılığında ne kazanmıştır? Koca bir hiç demeye dili varmaz, varmaz da yine de dönüp bir bakar ki arkasında koca bir enkaz bırakmış.

Nereden geldik şimdi biz buraya? Kopuk kopuk yaşadığımız hayatlarımızdan mı, yoksa sessiz çığlıklar attığımız anlardan mı?

Hangi tarafından tutsan elinde kalıyor gibi bir durum söz konusu. Pesimist olmayayım diyorsun, çaba gösteriyorsun ama öyle bir gol yiyorsun ki, "hassss...." diye küfrü basıyorsun.

Hah işte tam da öyle zamanlarda "yalnız kalabilmeyi" seçmek istiyorum... Ben mi? Yoksa hikayede adı geçen kadın mı? Sen de olabilir misin?

Saçmalıklar sinsilesi içinde geçen hayatlar, anlamsız tartışmalar, yanlış kararlar, bazen pişmanlıklar, offf bıktım artık dediğin anlar... Şişşşştttt kendine gel diyen birileri de yok ki etrafında... Çekip gitmişler... 

Hikayedeki kadın mı olmak istersin yoksa kendin mi?

Çıfıt çarşısı hayatlar yaşıyor olmamızın sebebi ne acaba?

Toz pembe değil hayatlar, hadi bunu biliyoruz da; be kardeşim hep de siyahla-gri arasında gidip gelmesin şu renkler.

Renkler mi? Camdan dışarıya bak da gör gökyüzü ne renk... Sabaha karşı gün doğumundaki kızıllık nereye gitmiş? Ya da denize vuran ayın gölgesi? Yakamoz neydi? Ya da mehtap nedir?

Böyle günlerde garip sorular peşini bırakmazken, nasıl yoluna devam etmeyi planlıyorsun?

Yalnızlığı sen seçtin taaa en başında bunu kabul et... Son pişmanlık fayda etmez bunu da biliyorsun...

Ama kardeşim ben de duvar hatta kaya değilim ki! Benim de ruhum var, benim de kırılma noktalarım var! Ben kırılma noktama ulaştığımda neden hep suçlu oluyorum? Beceremediğim şey insan olmak mı şu hayatta?

Dün "isyaaaannnn" diye bağırmak geldi içimden, "hadi len" dedim kendi kendime; bağır ne değişecek! Sonra gümmmmmmm! Suratına öyle bir tokat gibi çarparlar ki hah işte o zaman dua edersin iyi ki birkaç saat önce "isyaaaannn" diye çığlık atmadım diye...

Haddini bilmek konusunda da vaazlar dinlediğim çok anlar var; pardon da neden bir tek ben haddimi biliyorum? Sen de haddini bil! 

Ben, sensiz olurum da acaba sen bensiz olabilir misin? Ha bulunmaz Hint kumaşı olup olmamakla hiç alakası yok konunun! Sadece düşün haddini bil dediğin kadın yada adam hayatından çekip giderse neleri yitirmiş olacaksın?

Bak yine birbirine girdi konular, yine içinden çıkılamaz bir hal aldı. 

Yazarken bir 15 dakika ayrı kaldım, geriye döndüğümde bir de baktım ki ohhhooooo ne saçmalamışım ama!

Ulan gerçekten şu yaşa geldim elle tutulur tek varlığım var; onun dışında içine edeyim hiç bir bokum yok şu hayatta, hatta ve hatta bol bol hatalarım, bol bol parasızlığım, bol bol borcum var... peki ne yaptım bu yaşa kadar? Nasıl kendimi bu duruma soktum? Hiç başkalarını suçlama kızım, hep senin yediğin boklar yüzünden buralara geldin!

Kelimelere sığınmak da bugün pek bir işe yaramıyor. Kafamda aynı sözcükler yankılanıp duruyor! 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder