15 Şubat 2011 Salı

Fırın Dolma...

Çocuktum, herhalde 3. yada 4. sınıfa gidiyordum. Babaannem ile annem, misafirlere yemek hazırlama telaşı içindelerdi mutfakta. Bir taraftan da Hatice Annem masa örtüsünü ütülüyor; Babaannemin bakışlarını ensesinde hissettiğinde "yok olmadı Hatice bu ütü; hadi baştan başla" diye kendi kendine konuşuyordu. Zaten Babaannem sadece "bakardı"; o bakışlarından ne demek istediğini anlamanız gerekirdi...

O akşam kurulan masayı unutmamın imkanı yok; bembeyaz keten örtüler üzerinde pembe porselen tabaklar, kristal kadehler, pembe porselenlere eşlik eden pembe güller... Ve tadına doyamadığımız yemekler... İlk defa o zaman mı tadına bakmıştım tam hatırlayamıyorum; ama aklımda kalan ilk Fırın Dolma bu sofradandır...

Tüm domatesler aynı boyda olmak zorundaydı; tabiki dolma biberler de... Yoksa Babaannem hasta olurdu... Her şey simetrik olmalıydı... Birbiri aynı olan sebzeler aynı boyda olmalı, sosu aynı miktarda gezdirilmiş olmalı.. Olmalı olmalı, olmalı... Düşünün ki, neredeyse her dolmanın içindeki fıstık sayısının da eşit olması gerektiğine inanan bir kadın ve bu kadının yanında Annem...

Biz Fırın Dolma'ya geri dönelim.... O bostan patlıcanlarının saatlerce ateş üzerinde közlenmesi, kararmasın diye kabuklarının elleri cayır cayır yakmasına rağmen ateşten alındığı anda soyulması, süzgeçte bekletilip kara suyunun akıtılması, diğer tarafta kıymanın pişirilmesi, hem de mum alevi kadar yanan ocakta, tuzunun, biberinin, fıstıklarının tek tek tezgah üzerine kullanılacak miktarlarda yerleştirilmesi... Biri eksik olursa, yada yapılış sırası değişirse, sanki o yemek hiçbir şekilde yenmeyecek kadar kötü olacağına inanmak belki de bu kadar bu kadar ilginç kılıyordu o mutfakta pişen yemekleri...

Kapıya gelen, kamyonda meyve-sebze satan adamın bugüne kadar çıldırmamış olması da mucizedir bu arada. 2kg domates almanın 1 saat sürdüğü bir kapıda, adam hiçbir zaman sabrını yitirmez, beklerdi... Sıra dolma biberlere geldiğinde biraz hızlandırmak için elini uzatmaya kalktığındaysa bir bakışla karşılaşır ve hemen elini geri çekerdi.

E kolay mıydı, Ayten Hanıma'a sebze satmak?!?! Bizim fırın dolmanın fırına girene kadar yaşadığı maceralar sadece içinin hazırlanması yada domateslerin boyunun aynı olmasıyla bitmiyordu...

Yemeğe gelecek olan misafirlerin sayısına göre domates ve biber sayılarının tutturulması, tutturulan adetlerin fırına atıldığında dağılmayacağının garantisi olmayacağı için yedekte içi doldurulmuş domates ve biberlerin bekletilmesi gerekmekteydi... Diğer taraftan fırın dolma ile birlikte börek mi yapılmalıydı yoksa fırın makarna mı? Eğer börek yada fırın makarna yapılacaksa aynı fırında hem dolma hem de börek yada fırın makarna pişemeyeceği için öncelik kime verilecek diye hesap yapılır, hem de her defasında, ve mutlaka bir defasında börek ilk girerdi fırına, diğerinde fırın dolma... Fırın Dolma'nın fırından çıktıktan sonra kurumaması için hazırlanan domates sosunun ne çok sulu olması ne de beşamel sos gibi olması mutlu ederdi Babaannemi... O'nun kıvamında olmalıydı...

Yemek vakti geldiğinde, misafiler gidene kadar kendi sofrasını eleştirir gözlerle seyreder, misafirleri lokmalarını çiğnerken, mimiklerinden yemeği hakkında ne düşündüklerini anlamaya çalışırdı.... Ama bir gerçek vardı ki, Fırın Dolma en çok O'nun sofrasına yakışırdı...

Zaman geçti, Fırın Dolma yılda bir-iki evimizde pişmeye devam etti... Ama artık ne domatesin boyu dikkatimizi çekiyordu, ne de içindeki fıstık sayısı... Ne de olsa Ayten hanım yapmıyordu; zaten tadı da hiçbir zaman O'nunki gibi olmuyordu, olmayacaktı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder