27 Şubat 2011 Pazar

Teras katında bir ev

"Canım evimmmm" dedi kapıyı kapar kapamaz. Çantasını portmanto niyetine kullandığı sandığın üstüne koydu, Kaz Dağları'ndan getirdiklerini mutfağa bıraktı. Yürüdükçe lata zeminden çıkan sesi özlemişti. Hemen salona geçti ve camları açtı, evin havalanmaya ihtiyacı vardı. Evin içinde hafif bir rüzgar esmesiyle kapı pervazlarına asılı rüzgar çanları farklı tonlarda sesler çıkarıyordu. Odasına gitti; üstündekileri çıkardı ve kendini hemen banyoya attı. Yarım saat sonra misler gibiydi. Üzerine eşofmanlarını geçirdi, salona gidip bir Frank Sinatra cd'sini koydu ve mutfağa geçti. Bir taraftan paketleri boşaltıyor, bir taraftan da mutfaktaki hoparlörden kulağına çalınan New York New York'u dinliyordu. Ne iyi etmişti de söz dinlemişti eve taşındığında; her odada, banyoda, mutfakta hoparlörler vardı. Müziğin sesini duymak için sonuna kadar sesi açması gerekmiyordu.

Evi ilk gördüğü gün aklına geldi. Cafenin açılışı ile uğraşırken artık oturduğu yerden taşınması gerekiyordu, ne de olsa Cafe sabahtan gecenin bir yarısına kadar açık olacaktı ve uzakta oturmak onu çok zorlayacaktı. Uzun süreli ayrılıklarının arkasından bir pazar günü yürüyüşe çıkmışlardı. Arnavut kaldırımı sokaklarda dolaşmayı çok seviyordu. Karaköy'e doğru inen dar sokaklardan birinde, kiralık tabelasını görmüştü. Muhteşem dökme demir kapısı olan, yüksek tavanlı çok eski bir binaydı. Hemen aşağıda Avustruya Lisesi vardı. "Hadi gel bakalım" dediğinde adam, heyecandan evet bile diyemedi, sadece kafasını salladı.

Apartman görevlisinin ziline bastıklaarında, 30lu yaşlarında bir adam kapıya yaklaştı. "Buyrun birşey mi istiyorsunuz? diye sordu; kadın "evet kiralık daireyi görmek istiyoruz" dedi. Adam, başıyla onları içeri buyur etti. "Yalnız asansör yine arıza yaptı, o yüzden 5 kat merdiven çıkmak zorundayız" dedi. Kadın umursamadı bile; tabi hesap etmemişti yüksek tavanlı bir binada 5 katın ne anlama geldiğini. Yukarı çıktıklarında, daha adam kapıyı açmadan kadın "tamam oldu" dedi. İçeri girdiklerinde biraz hüsrana uğrasalar da kadın hem eve hem de terasın manzarasına aşık oldu. Adam "emin misin? bak çok iş var bu evde" dediğinde hiç tereddüt etmeden "evet eminim" dedi. Görevli şaşırmıştı, eve gelen giden çoktu ama daha kapı açılmadan tamam diyenine ve kapı açıldıktan sonra da vazgeçmeyenine ilk defa rastlıyordu. Kadın ev sahibi ile ne zaman tanışabileceğini sorduğunda görevli, "bir alt kata inersek ev sahibinizle tanıştırırım hemen sizi" dedi. Kadın çok mutlu olmuştu. Hemen alt kata indiler, sağdaki dairenin ziline bastılar, zilden gelen melodiyi tanıyordu, evet bu Vivaldi'nin Dört Mevsimi'nden KIŞ melodisiydi. Kapıyı orta yaşlı bir kadın açtı, "buyrun Mehmet Bey ne arzu etmiştiniz?", "Gönül hanım, bu bayan evi tutmak istiyor, ben de Sizinle tanıştırayım dedim" diye cevap verdi görevli. "Buyrun içeri lütfen" dedi orta yaşlı kadın. İçeri geçtiklerinde evin buram buram yasemin kokan kokusunu çekti içine. "Evi tutmak istiyorsunuz ama kirası ne kadardır merak etmiyor musunuz?" deyince, "tabiki merak ediyorum ama benim için kiranın tutarı çok da önemli değil, ben evinize aşık oldum" dedi. Gönül Hanım "çay içer misiniz?" diye sordu misafirlerine. İkisi de hayır anlamında başlarını salladılar. Görevli Mehmet izin istedi ve kalkarken "umarım en kısa zamanda Sizi aramızda görürüz" diyerek evden ayrıldı. "Güzel kızım evin çok tadilata ihtiyacı var gördüğün gibi, peki bunlar hakkında ne düşünüyorsun?, "eğer sizin içinde sakıncası yoksa dokusuna hiçbir zarar gelmeden tek tek her yeri elden geçiririm, yeter ki siz bana evet deyin" dediği anda, Gönül Hanım ayağa kalktı ve elini uzattı "hayırlı olsun o zaman" dedi. Kadının gözleri pırıl pırıl parlıyordu, utanmasa 5 yaşındaki çocuklar gibi zıplayabilir, çığlıklar atabilirdi. "Kiraya gelince, evdeki tadilatların neye mal olacağını çıkarın, sonra kiradan düşelim" dediğinde Gönül Hanım, kadın bayılacakmış gibi oldu. "Anlamadım, yani tadilat bitene kadar benden kira almayaca mısınız?" diye sordu. "2 aylık kirayı verirsin kızım, sonrasını da düşünürüz" dedi. "O zaman yarın kontratı siz mi hazırlatırsınız yoksa ben mi?" diye sordu; Gönül Hanım da kartvizitini uzattı "Avukat Gönül Yıldırım". "Ben hazırlatırım kontratı ama sen önce ustaları getir nerelere ne yapacaksın karar ver 2 gün sonra da kontratı imzalayalım" dedi. Kadınla adam teşekkür ettiler ve kapıya doğru yürüdüler. Gönül Hanım "birşeyi unutmadınız mı?" diyerek elindeki anahtarı gösterdi. "Ev artık senin; anahtarsız giremeyeceğine göre sende kalsın" dedi; kadın teşekkür ederek evden ayrıldılar.

2 ay sürmüştü evdeki tadilat, salondaki duvarlarda tuğlalar gözüküyordu, boyacılar el sürmek istemediler; "bırak abla böyle kalsın, biz burayı sıvarsak evin bütün özelliği kaybolacak" dediklerinde kadın onlara hak verdi. Parkeler dökülüyordu; "lata yapalım" dedi adam, kadının da hoşuna gitti. Mutfak ve banyo için Ikea'ya gittiler; biraz ondan biraz bundan hem mutfağı, hem banyosu hallettiler. Terasın taşları ve korkulukları elden geçti, yatak odasına sadece bir yatak ve şifonyer koydu, küçük odayı da giyinme odası haline getirdi. Adamın evle ilgili verdiği en güzel fikir gerçekten de hoparlörlerdi. Evinde hangi odaya gitse, müzik de peşinden geliyordu. Upuzun bir koridoru vardı; duvarın bir kısmı sıvalıydı, bir kısmı salondaki gibi sıvasızdı. Sıvalı olan kısımlara bebekliğinden, çocukluğundan, gençkızlığından ve şimdiden bir sürü resimler astı. Bir kısmı çerçeveliydi, bir kısmı da mantar panolara tutturulmuştu.

Salondaki şömineyse dergilerden fırlamış bir şömineydi; o tuğla duvardan fırlayan oyma mermerli çerçevesi, içi is kokan taşları, odunları saklamak için gizli bölmesi, ve şöminenin karşısında duran 2 berjeri ve bir kanepesi ile salon cennetten bir köşeydi. Camın önünde bir çalışma masası vardı. Evde bulmuşlardı, marangoz tamir ederken bayağı söylenmişti, ne vardı yenisini yapsaydı. Ama kadın izin vermedi; "kimbilir ne mektuplar yazıldı o masada, olmaz" demişti.

Salonun diğer tarafında eski tarz ceviz bir yemek masası, ve masanın etrafında 6 tane ultra modern sandalye vardı. Annesi ilk gördüğünde çok gülmüştü.. Bir tafata da kitapların taştığı yerden tavana bir kütüphane; hem de nar kırmızısı. Eskiyle yeni içiçe geçmiş bir evdi. Salonda, mutfakta, banyoda yeşil bitkiler vardı. Terasa neredeyse ağaçlar ekecekti de, arkadaşları deli olmamasını söylediklerinde vazgeçti. Ama ev sahibinin evinden yayılan yasemin kokusundan olsa gerek; terasında koca saksılarda yasemin yetiştirmeye başlamıştı.

Evini çok seviyordu; gerçekten 2 ay süren tadilata değmişti. Evi gören herkes bayılıyordu. Salonda bir duvara monte ettiği LCD TV'nin karşısına yatakla kanape arası birşey koymuştu. Cd'ler, DVD'ler hepsi ayrı ayrı dolaplarda duruyordu; bir kısmı Ikea'nın kırmızı demir ofis dolabında bir kısmı da eski ceviz bir dolabın içinde.

Bir odası daha vardı evin, oraya da bir yatak, eskiciden aldığı aynalı eski bir dolap, küçük bir komodin bir de duvara TV koymuştu. Bazen annesi, bazen arkadaşları onda kalabilirlerdi.

Tadilat bittikten sonra ilk geceyi adamla birlikte geçirmişlerdi. O akşam Hayal Dünyası'na gitmemiş ve elleriyle adam için yeni mutfağında yemek hazırlamıştı. Bu 150 yıllık evde, bu kadar modern mutfak dolapları ve bu mutfağın ortasında üstü mermer kaplı bir eski bir yemek masası vardı. Bu masayı tezgah olarak kullanıyordu. Evi de cafesi gibi Hayal Dünyası'nı yansıtıyordu.

Bu evde ne kavgalar etmişlerdi, ne çok sevişmişlerdi. Ama adamın bir huyu vardı, asla o evde kalmazdı, ne yapar eder evine geri dönerdi. Kadın alışmıştı, biliyordu; O Issız Adam'ın yatağından geçmiş bir kaç kadından biriydi. Ama bildiği bir başka şey ise, O'nun kendi evinde kalmasına, kendi yatağında yatmasına izin verdiği tek kadındı. Bu da ona yetiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder