13 Şubat 2011 Pazar

Ellerim Boş Kaldı Bugün

"Ellerim boş kaldı bugün... Birkaç damla yaş biriktirmiştim, lazım olur diye... Ellerim boş kalınca biriktirdiklerimi kullanmaya karar verdim... Baktım ne gelen var ne giden, yada bir başka deyişle gözyaşları akacak yol bulamıyor kendine... Gökyüzü benim yerime akıtıyor gözyaşlarını; ben biriktirmeye devam ediyorum... Hani her gece sabaha gözlerini açıyor, hani güneş her sabah inadına doğuyor, dedim ki, kalsın bir başka bahara..." Yatağından geçen bir sürü kadından biri gecenin ayazında oturmuş bunları düşünüyordu... Sağanak yerini öyle bir soğuğa bırakmıştı ki; üzerindeki ıslak giysileri hissedemiyordu kadın... "Ellerim boş kaldı bugün" diye düşündü yeniden... Canı yanıyordu, gözleri buğu içinde etrafındakilere belli etmemeye çalışıyordu canının yandığını. TV'nin karşısında dizi tekrarları bir bir devam ederken boş gözlerle bakıyordu... Gün ağarmak üzereydi... Hiç uykusu yoktu, birkaç saat içinde işe gidecek olmayı hiç mi hiç aklına getirmiyordu.. Günlerdir böyle değil miydi zaten? Bir kaç saat süren yarım yamalak uykuyla işe gitmeler... İşten dönüşte birkaç kadeh yuvarlamalar... Boşb boş TV'a bakmalar... Aklına birden Sunay Akın'ın sözleri geldi : "Bazen unutmak gerekiyormuş, unutulma pahasına. Çünkü zaman değilmiş gideni geri getiren, aslında zamanmış var olanı götüren." Zaman nedir? Getirdikleri ne, götürdükleri ne? Neden zamana karşı bir yarış içindeyiz? Neden CITTA SLOW gibi yavaş şehirler var da yavaş insanlar yok? Aklına nereden geldiyse, vazgeçti bugün işe gitmekten; tembellik edecekti... Yada düşünecekti; acaba zamana karşı yarışı kazanabilir miydi? Kazanmak için neler yapmalıydı? Birden aklına geldi; acaba kaç kadın geçmişti Issız Adam'ın yatağından? Zamana karşı yarıştan nasıl bu konuya geldi farkında değil kadın... O'nu hayatına aldığından beri daldan dala atlamak gibi bir huy edindi. "Ellerim boş kaldı bugün" diye geçirdi aklından... Yine, yeniden... Kalemi kağıdı eline alıp yazmak istedi; nafile.. Önce kalemle kağıdı bulamadı, bulduğunda da çok geçti... Kelimeler uçup gitmişti aklından... Canının yandığını haykırmak isterken boğazı düğümleniyordu... Nefes alamıyordu... Şömineye birkaç odun attı, üzerindeki ıslak giysileri çıkarıp kurulandı... Uzun zamandır dolap bekleyen ekose pijamalarına gözü ilişti; etiketi daha üzerindeydi... "Neyi bekliyorum giymek için?" diye sordu kendi kendine; "bugün özel bir gün; tembellik edip düşüneceğim. Hem kaç kere düşünmek için zaman ayırdım kendime? Neredeyse hiç? demekki bu özel günde özel günler için sakladığım ekose pijamalarımı giyebilirim" dedi kendi kendine... Bir anda kızıllık kapladı salonu; odunlar alev almıştı... Kahvesini yaptı, battaniyesini aldı, kanapeye uzandı, radyoda bir kanal yakaladı... Tek eksiği bir kitaptı... Ama hayır hani bugünü düşünmeye ayırmıştı. Duramadı kalktı kitaplarına şöyle bir göz gezdirdi... Amin Malouf, Cemal Süreya, Özdemir Asaf, Can Yücel, Murathan Mungan, Sunay Akın... Adam Fawler, Paolo Coleho, G.G.Marquez... Elleri dolaştı durdu kitapların üstünde... Bir türlü seçemedi... Bir an gözüne Selim İleri'nin "Oburcuğun Edebiyat Kitabı" ilişti... İşte budur dedi kendi kendine... Sonra bir an fark etti ki evde tek başına olmasına rağmen kendisiyle konuşuyordu; sanki karşısında biri varmış gibi. Kahvesini hatırladı, kitabı aldı, battaniyeye sarıldı ve okumaya başladı... O ne sofralar, ne yemekler! Köfteyi anlatmak için seçilen o kelimeler, yada yan komşunun yaptığı dolmanın tadı... Biran hepsinin tadına bakıyormuş gibi hissetti. Birkaç saat sonra kitap bitmişti, odunlar küle dönmüştü... İşte yine, yeniden tek başına düşünebilirdi. İlk defa zaman "yavaş" geçiyordu... Hem de hiç alışık olmadığı kadar... "Ellerim boş kaldı bugün" diye düşündü yeniden... Kalktı duşa girdi; giyindi, biraz makyaj yaptı ve kendini sokağa attı. Bu sefer hiç yürümediği yollarda yürümek istiyordu; hiç bilmediği sokaklarda kaybolmak istiyordu. Arnavut kaldırımı yollarda topukları taşların arasına gire çıka yürümek istiyordu. Hakim olamıyordu kendine. Arabasına atladı, bir anda kendini Gülhane'de buldu. Yürümeye başladı; Sultanahmet Meydanı'na vardığında, banklara oturup Ayasofya'yı seyretmeye daldı. Ezan sesi ile kendine geldi, önce Sultanahmet Camii, sonra Nuruosmaniye'den bir yerlerden geliyordu tını kulağına. Yürümeye başladı; Kapalıçarşı'ya vardığında "işte" dedi "kaybolmak için bundan daha güzel bir yer yok, arada topuklarım da taşlara takılır"... "Ellerim boş kaldı bugün" dedi Issız Adam'ın yatağından geçen bir sürü kadından biri... 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder