28 Mayıs 2011 Cumartesi

Paketler

Eve vardıklarında 5 kat merdiveni bir sprinter hızıyla çıkmış; Gönül Hanım'ın dairesinin önünden geçerken kapıdaki terracota vazodaki çiçekleri yere devirmişti. Murat arkasından koşuyordu; ama nafile, Derin çoktan kapısını açmıştı bile.

Gürültüye Gönül hanım dışarı çıkmış, Murat'ı karşısında görünce "Döndü mü?" diye sormuştu. Murat başıyla cevap vermekle yetinmişti.

Murat'ın arkasından Gönül Hanım da basamakları yavaş yavaş çıkarak Derin'in dairesine gelmişti.

Derin deli gibi Meriç'in verdiği paketi arıyordu. İndirmedik dolap, kaldırmadık eşya kalmamıştı ama bulamıyordu.

Kapının önüne bıraktığı paket geldi aklına ve hemen onu alıp salona girdi. Sehpanın üzerindekileri elinin tersiyle itip, pakedi parçalayarak açtı.

Pakedin içinden çıkanlara anlam veremedi: Küçük boy bir sandık içinde kırmızı bir kese, kırmızı kese içinde bozuk paralar, küçük bir kavanozda güneş gibi parlayan turunç reçeli, mor kadife mücevher kutusu içinde gümüş bir yüzük, minik bir sepet içinde sarı güller, nasıl olmuşsa hala taptaze, file kese içinde midye kabukları, hala deniz kokuyor, sararmış bir zarf ve zarftan çıkan bir not "önce bu paketi açacağını biliyordum"

Murat'a baktı; "bilmiyorum" anlamında başını salladı; Gönül Hanım'dan medet umdu ama O'nun da cevabı aynı oldu.

"Murat, o paketi Meriç bana cafede vermişti, nerede olabilir?"

"Bilmiyorum ki; o gün o kadar çok paket gelmişti ki kargaşa içinde hepsini açmıştık."

Murat gözlerini kapadı ve düşünmeye başladı.

"Hadi Cafe'ye gidiyoruz, Gönül Hanım beni yalnız bırakmayın lütfen"...

Gönül Hanım zaten saatlerdir Derin'in ortaya çıkmasını bekliyordu; bir şekilde O'nun mabedine göz kulak oluyor bir taraftan da haberi aldığı andan beri Aras ve Derin için dua ediyordu.

"Derin, kızım şunları sandığa kaldıralım ve yanımıza alalım. Sanki gizemli bir oyunun içine çekiliyormuşuz gibi geliyor"

Derin gözleriyle onayladı, hemen hepsini çıkardığı sırayla sandığa kaldırdı; odasına gidip üstündekileri çıkarıp bir eşofman giydi. Banyoya geçip aynada bir an kendine baktı: "Derin kendine gel, Aras iyileşecek ve gözünü açtığında seni bu halde görmemeli"... Saçı başı dağılmış gözleri şişmişti. Tekrar odaya döndü giydiği eşofmanları çıkarıp daha düzgün birşeyler buldu giymek için. Yüzünü yıkayıp, biraz allık sürdü, Aras'ın parfümünü sıktı, artık hazırdı.

Gönül Hanım'la Murat Derin'i gördüklerinde gözlerine inanamadılar, sanki özel bir davet gidiyormuşcasına özenli giyinmiş, hafif bir makyaj yapmış ve parfüm sürmüştü.

"Hadi gidelim" diyerek hep birlikte evden çıktılar.

15 dakika sonra Cafe'ye varmışlardı. Koşar adım içeri girdiğinde soluk soluğaydı; çalışanları üzgün gözlerle bakıyordu O'na.

Odasına girmiş, dolabın içindekileri boşaltmaya başlamıştı bile Emre içeri girdiğinde.

"Derin?"

"Emre?"

"Gece İstanbul'a geldim, sabah annen arayıp haber verdi, iyi misin?"

Derin olanlara inanamıyordu, annesi çıldırmış olmalıydı, aşık olduğu adam ölüm döşeğindeyken annesinin aklına eski kocasını aramak gelmişti. Ve tesadüf bu ya, eski koca İstanbul'a döneli daha 12 saat bile olmamıştı.

"Emre, şimdi seninle uğraşamam, bir paket arıyorum. Murattt, bulamıyorum paketi sen de etrafa bak."

10 dakika sonra "buldum" diye bir çığlık geldi içeriden, Derin sesin geldiği yeri kestirmeye çalışırken Gönül hanım'la aşçıbaşı mutfaktan çıkıyorlardı.

"Mutfak mı? Haydaaa"

Hemen barın üstünde diğer paketi biraz önce parçaladığı gibi bunu da parçalamaya başladı.

Bunun içinden de yine bir sandık çıktı.

"E yok artık!" dediğinde Murat çoktan kapağını açmış ve içindekileri çıkartmaya başlamıştı: Bir anahtar, bir kese içinde şeffaf misketler, keten bir beze sarılmış ekmek kırıntıları, seramikten yapılmış iki kırmızı kafalı mantar, boş bir cüzdan, bir asma kilit, ve bir taş ev fotoğrafı...

Derin titremeye başlamıştı, Murat kolundan tutup Chesterfield kanapeye oturtmuş, garsonlardan biri elinde kahve fincanları dolu bir tepsiyle yanlarına gelmişti.

"Votka ver bana" dedi Derin sert bir ses tonuyla...

"Zarf yok mu içinde?" Murat hayır anlamında başını salladı.

"Olmalı, bir yerlerde bir zarf olmalı" diye defalarca tekrarladıktan sonra oturduğu yerden fırlayarak odasına gitti, çekmecesindeki herşeyi yerlere fırlattı ve aradığını buldu. En başından beri o zarf oradaydı, ama Derin şu ana kadar o zarfı açmaya cesaret edememişti.

"Gözlerinde kaybolduğum, kadınım, aynen bu sırayla gideceğinden o kadar emindim ki, çünkü bugüne kadar en sonda yapman gerekenleri hep yolun başında yaptın. O kadar sabırsızdın ki, yolun sonuna vardıktan sonra başa dönmeyi akıl ettin.

Bu mektubu yazalı ne kadar oldu bilmiyorum, üzerindeki tarihten sen çıkaracaksın ne kadar zaman geçtiğini.

Hayatımın anlamı olduğunu, o gece kapımdan içeri girdiğin anda anlamıştım. Uzun süre bunu kendime dahi itiraf etmemek için didindim durdum. Sonra bir sabah dolabımdan üstüme giyecek birşeyler çıkarırken lacivert deri ceketini buldum. Elime aldığımda cebinde birşey olduğunu fark ettim, üzerinde adım yazan bir zarf ve zarfın içinde mini bir anahtarlığa tutturulmuş anahtarlar. Notta "ruhumun ve kalbimin anahtarlarını gün gelecek sana teslim edeceğim" yazıyordu.

İşte o an gerçekle yüzyüze geldim, sana zarar veriyordum.

Şimdi sandıkların içindekilerin ne anlama geldiğini merak ettiğini biliyorum, yüzünde her zamanki uysal meraklı ifadeyle bir bu satırları okuyorsun bir de karşında duran sandıklara bakıyorsun.

Herşeyin bir sırası var. Biraz uzun bir yol ama bana bu yolda eşlik edeceğine eminim.

Son doğumgünümde ne yaptığını hatırlıyor musun? Ben hatırlatayım; sen seninle tek başına bir kadeh şarap eşliğinde benim doğumgünümü kutladın ve ben benimle tek başıma uzaktan seni izledim. Attığın her adımda aslında hep arkandaydım. Ve sen, o kadar fütursuzca hareket ediyordun ki, farkına bile varmıyordun. Ya Emre'nin sende kaldığı gece, ona ne demeli... Biliyordum bir gün Emre yine sahneye çıkacak ve yatağına girecekti, o gece olduğu gibi."

Herkes nefesini tutmuş Derin'i izliyordu; Emre içeride sigara yasağı olmasına rağmen birini söndürüp diğerini yakıyordu.

"Hayat çok garip Derin. Bugüne kadar zamanlama ile hep sorunum oldu, ya bir adım öndeydim zamanın ya da bir adım gerisinde. Hiç çakışmadım doğru zamanla. Bir gün kapım çalındı ve karşımda anneni buldum. Elinde bir kutu çikolata ile karşımda duruyordu. Gülmeye başladım, sen de görsen kopardın gülmekten. 'Sana rüşvet vermeye geldim, düşündüm taşındım seni ancak bir kutu çikolata ile kandırabileceğime karar verdim. Git Aras, kaybol ortadan.' diyerek elime kutuyu tutuşturdu ve gitti. O gün karar verdim, gidecektim. Hemen bir çantaya üç-beş eşya koydum, arabaya atladığım gibi Kaz Dağları'na doğru yol aldım. Mesut, Mustafa, Asiye bana iyi gelecekti. Ta ki, sen orada da karşıma çıkana kadar. Artık bunun geri dönüşü olmadığını anlamıştım. Kader senden kaçmaya çalıştıkça seni karşıma çıkarıyordu. Ne rakı şişeleri, ne esrar, ne iş güç beni durdurmuyordu. Kendime daha çok zarar verirsem, senin benden nefret etmeni sağlayacaktım. Onu bile beceremedim.

O gece Mesut'la karşılaştığımda beni tek kurtaracak kişinin O olduğuna o kadar emindim ki, hastaneye geldiğimizde kendimi tamamen bırakmıştım. Verdikleri ilaçlar beni uyutuyor, bedenim temizleniyor ama ruhumdaki gel-gitlerde hiçbir şekilde eksilme olmuyordu. Yorulmuştum aynı senin gibi.

Gerçekten gitme vakti gelmesine rağmen gidemeyeceğim için elimde kalan son kozu oynamaya karar verdim.

Derin, gidiyorum ben. Sandıkların içindekilerin üzerlerinde çok küçük yazılmış numaralar göreceksin. Sırayla takip et onları. Seni bana getirecek, belki bedenime uzanamayacak ellerin, belki sesimi duyamayacaksın, ama sana kavuşmam ancak bu şekilde olacak.

Gözlerinde kaybolduğum, kadınım, son bir kez seni yıkamama izin verdiğin için beni ne kadar mutlu ettiğini anlatamam...

Issız Adam'ın"

Derin göz yaşlarına hakim olamıyordu. Son bir kadeh votkayı dikti ve "Murat, beni hastaneye götür" dedi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder