28 Mayıs 2011 Cumartesi

Kapı


Kapılara karşı farklı bir ilgi duyardı kadın... Özellikle eski binaların kapılarının önünden geçerken bir anda duruverir, bazen beş dakika bazen on dakika o kapıdan kimlerin girip çıktığını hayal ederdi.

Sabaha kadar karşılıklı oturmuşlar ve hiç konuşmamışlardı. Arada Derin kendisine bir fincan kahve almak için kalkıyordu; o sırada da "birşey ister misin?" diye soruyordu sadece.

Gün doğarken Aras, balkona çıkıp şezlonga kurulmuş ve kendi kendine konuşmaya başlamıştı. "Ara kapıyı bugüne kadar açabilen kadın o kadar az ki bir elin beş parmağı bile değil; ve sen o kadınların en başındasın. Sen ki kapılara hayranlık duyarsın, evimden içeri girdiğin gün sokak kapısından oda kapılarına kadar tümünü tek tek incelemiş, içlerindeki en iğrenç görüntüye sahip ara kapıya kafanı takmıştın. Evime gelen hiç kimse fark etmemişti o kapının ne anlama geldiğini; bir tek sen, bir tek sen o ara kapının benim dünyama giriş kapısı olduğunu çözmüştün. Şimdi gitmek istiyorsun; peki ben ne olacağım? Bunu hiç düşündün mü? Sana zarar verdiğimi bildiğim için kaçıyorum senden; ama dayanamıyorum, kokunu özlüyorum, sesini özlüyorum, hatta sessizliğini. İşte o zaman dönüp geliyorum".

Derin, yerde bağdaş kurup oturmuş, hiç sesini çıkarmadan dinliyordu Aras'ı. Gözlerinden sicim gibi akan yaşın farkında değildi.

Güneş terastan içeriye doğru burnunu sokmaya başlamıştı. O sırada, Derin hiçbirşey olmamış gibi terasa çıkıp, "hadi gel kahvaltı hazırlayalım" dedi.


Mutfağa geçtiler, buzdolabında ne kadar peynir varsa hepsini tezgaha yığmıştı adam. Bir taraftan çay demlleniyor bir taraftan da portakal, greyfurt sıkılıyordu. Yine sessizdiler. Yarım saat sonra mükellef bir kahvaltı hazırlamışlardı; bir tarafta muhteşem bir omlet, diğer tarafta fırından yeni çıkmış minik sandviç ekmekleri, Küçükkuyu'dan aldığı zeytinyağ, zeyinler, ve Asiye Abla'nın yola çıkarken hazırladığı, bozulmasınlar diye deepfreeze kaldıralan muhteşem çörekler.Tabi ki, minik kırmızı domatesler, yemyeşil biberler, biraz maydanoz, biraz nane...


Kupalara çaylar kondu, koca bardaklara taze sıkılmış meyva suları boşaltıldı. Artık herşey tamamdı. Salondaki orta sehpaya kırmızı keten bir örtü serdi kadın. En şık tabaklarını dizdi sehpaya, kahvaltılıkları yerleştirdi. Karşılıklı oturdular yere ve hiç konuşmadan büyük bir keyifle kahvaltılarını ettiler. "Delisin sen, Kaz Dağlarından döneli ne kadar oldu hala Asiye'nin çörekleri duruyor". "E hepsini bir anda bitiremeyeceğim için 2şerli poşetle deepfreeze yerleştirdim, hiç olmazsa canım çektiğinde keyfini çıkarıyorum çöreklerin" diye cevapladı.

"Hadi kalk özlemişlerdir bizi; Kaz Dağları'na doğru yol alalım. Hem gezmediğin görmediğin köyleri gezdiririm, aklının almayacağı nice güzel ve nice çirkin kapı görürsün" dedi adam. Boş gözlerle bakıyordu Derin.
Yarım saat sonra Murat'ı aramış, çantasını hazırlamış ve her zamanki gibi Issız Adam'ın peşine takılmıştı. Daha 5-6 saat önce "bitmeliydi" diyen kadın şimdi O'nunla yine bir bilinmeze doğru yol almak için kapıdan çıkıyordu.

Tam kapıyı açmıştı ki, asansörün yanına dayalı kocaman bir paket gördü; "hadi koy paketi içeri de gidelim daha geç olmadan" dedi Aras. Derin cevap bile vermeden aynen dediğini yaptı; içindekinin ne olduğunu deli gibi merak etmesine rağmen.

Yarım saat sonra O'nun evindeydiler. Adam çantasına üç beş parça birşeyler koydu; sevgili otel sahibinin en sevdiği şaraptan evde olduğunu hatırladı ve onu da çantasına attı. Artık hazırdılar.

Tam kapıdan çıkacakken Derin birdenbire Aras'a "her gün defalarca yüzüne kapıları çarpıyorum biliyor musun?" dedi.

Adam kadının alnına bir öpücük kondurdu ve kapıyı çekip merdivenlerden ikişer ikişer atlayarak indi...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder