"Kayboldum gözlerinde" demişti bir keresinde. Gün doğmak üzereydi, terasta şezlongların üstünde sabahlamışlardı; üstlerinde battaniyelerle. O gece uzun zamandan beri aralarına "rakı" girmemişti. Televizyonun karşısında, bir ellerinde dilli sandviçler, diğer ellerinde ıslak hamburgerler, patlayana kadar yemişler, arka arkaya 3 film seyretmişlerdi.
İşte o gecenin sabahında söylemişti "kayboldum gözlerinde"... Tam da gün doğarken; güneş binaların arasından kendini göstermeye çalışırken, şehrin sessizliğinde bu iki kelime terasta Aras'ın dudakları arasından çıkıvermiş ve Derin bir kez daha aşık olmuştu.
Bahçedeki şezlongda gökyüzünü seyrederken nereden aklına gelmişti o gece acaba... Bazen bu yaşadıklarının gerçek mi hayal mi olduğunu çözemiyor; kendini boşlukta hissediyordu.
Bir anda kalkıp odasına çıktı; çantasına attığı kitapları karıştırdı; gören de 1 aylığına geldiğini zannederdi. Ne çok kitap atmıştı çantaya. G. G. Marquez'inki ilk eline gelen kitaptı; Leaf Storm. Bahçeye indiğinde bu kitap yüzünden Aras onunla dalga geçecekti; buna adı gibi emindi ama uzun zamandır da kitabı okumak istiyordu. Hava "kitap okuma" havasıydı ve kimse bu keyfine engel olamazdı.
Bahçeye indiğinde şezlongunda Mesut'un otruduğunu gördü; hemen bir koltuğu iteledi ayaklarını şezlonga uzatarak oturdu. "Derin'cim sen rakı içmiyor musun?" diye sordu Mesut. "Henüz değil; bir fincan ıhlamura yada kuşburnuna hayır diyemem" dedi. "Hımm, o zaman bizim iksirden içmelisin; bakalım içindekileri çözebilecek misin?" diyerek kalkıp mutfağa gitti. 10 dakika sonra; koca bir porselen demlikle çıkageldi Mesut. "5 dakika sonra tadına bakacaksınız küçük hanım; umarım beğenirsiniz bizim iksiri" dedi.
Aras'ın hiç sesi çıkmıyordu; görünen o ki üçüncü kadeh sonrası mooda girmişti...
"Hımmmm bu çok güzellll" diye bir çığlık atmıştı ilk yudumdan sonra. Arkasından tahminlere başlamıştı; "ıhlamur, adaçayı, karanfil, kuşburnu, tarçın, zencefil, zahter, portakal kabuğu, elma dilimleri, ayva dilimleri, veeee birşey daha ama bulamıyorummm yaaaa"dediğinde Mesut boş gözlerle bakıyordu Derin'e. "Yuh be, bir de biz bununla gizli iksirimiz diye böbürleniyorduk; kızım sen çok fazla ortalıkta konuşma duyan falan olur sonra" dedi. Aras o sırada lafa girdi "ama bak hala bulamadığı birşey var; demek ki hala senin gizli iksirin" dedi.
"Bak gör bulacağım; sen de iksirin adını Derin'in İksiri diye değiştireceksin" dedi en şirin surat ifadesini takınarak. Mesut güldü, "hah sen bul da ben de adını değişitreyim; olur be neden olmasın" dedi. Aras'la bakıştılar, asla bulamayacağı şeydi sonuncusu nasıl olsa. Derin kitabına döndü, Mesut mutfağa gitti; Aras sımsıkı gözlerini kapamış Mesut'un gittiğinden emin olduktan sonra "kayboldum gözlerinde" dedi.
"Haydaaaa, ben daha biraz önce bu sözü söylediği ilk anı hatırlamamış mıydım? Ne yapmak istiyor bu adam bana? Tanrım bana yardım et, ne O'nunla, ne O'nsuz... Birbirimizden uzakta olduğumuzda da aynı şeyleri düşünmek korkutuyor beni, offfff yaa offf" demekten kendini alamadı; tabi ki içinden.
Mesut bahçenin diğer ucundan bağırarak "Asiye abla ikinizi gördüğünde çok sevinecek; ilk lafı da -hah sonunda- olacak" dedi. Derin gülümsedi başını kitaptan kaldırmadan, sadece yan gözle Aras'a bakıyordu. Aras sessizdi, her zamanki gibi...
Güneş batmak üzereydi; Derin kalkıp bardan kendine bir kadeh aldı, rakısını koydu, sonra Hayal Dünyası'nın mutfağına girermiş gibi mutfağa girdi, yemek hazırlayan aşçının yanından geçerken, "hımmm patlıcanlar kızarıyor enfes" dedi. Hiçbir şeyin yerini bilmemesine rağmen, o zeytin gözler aradığını hemencecik buldu. Koca kaseye salatalık, domates, biraz nane, biraz maydanoz doldurdu; üstüne biraz limon sıktı, bir fiske tuz serpti, koşar adım mutfaktan çıktı.
Bardan buz kovasını alıp şezlonguna geri döndü. İşte güneş batmaktaydı; o gözle görülen kızıllığı tarif edecek söz bulamıyordu. Rakısından koca bir yudum aldı, minik domatese bir ısırık attı, nane yapraklarından bir tutamı ağzına attı ve derinnn bir "ohhhhh" çekti.
Yarım saat sonra, Mesut yemeğin hazır olduğunu söylediğinde Aras beşinci kadehine geçmişti bile. Sofraya kurulduklarında masa bir resmi andırıyordu; her zamanki gibi. Yalnız bu sefer sofrada bir fazlalık vardı; peçetelerin üzerine konmuş lavanta sapları. O anda kafasında şimşekler çaktı "buldummm" diye çığlığı bastı; Aras yerinden fırladı bir anda "neyi buldun ya manyak mısın sen? ne çığlık atıyorsun"; "iksirin içindeki son şeyi buldum"... Mesut "sallama" diyerek kadehleri doldurdu. "Evet buldum; işte bu" diyerek lavanta saplarını gösterdi. Mesut kalakalmıştı; doğruydu çünkü. Her demliğin içine bir lavanta sapı atıyordu. "Nassssıllll yaaaa? değiştirmem iksirimin adını" diye çocuksu bir sesle söylendi.
Gece yarısına kadar sofrada bir güldüler, bir sustular, tıka basa yediler, daha doğrusu Derin yedi, Aras içti. Sofra toplandıktan sonra kahveleri geldi; Derin kahvesini bitirdikten sonra "evettt beyler, yatma vakti gelmiştir. Mesut'cum rica etsem Aras'ın çantasını benim odamdan aldırtır mısın?" diyerek kalktı ve merdivenlere doğru yürümeye başladı. Mesut cevap veremedi, O'nun yerine Aras konuştu "başka emriniz hanımefendi?"...
Derin, arkasına bile bakmadan odaya çıktı, çantayı kapının önüne koydu, kapıyı kapadı ve kilitledi. Yatma vaktiydi... Tek başına...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder