28 Mayıs 2011 Cumartesi

Asiye ile Mustafa

Gözlerini açtığında saat sekize geliyordu. Yataktan çıkmak istemedi, ama Asiye Abla'nın çöreklerini özlemişti. Eğer hemen hazırlanırsa çörekler fırından çıkmadan kahveye yetişirdi.

Yataktan fırlayıp doğru duşa girdi; sıcak su iyi gelmişti. Çıkar çıkmaz her zamanki sabah rutinini tekrarladı; kendine koca bir fincan kahve hazırladı. 15 dakika sonra hazırdı; balkon kapısını açtı ve her zamanki manzarayla karşılaştı; Aras sırtını duvara yaslamış yerde oturuyordu. "Neden?" dedi; Derin cevap vermedi, çantasını alıp odadan çıktı.

Aşağı indiğinde Mesut'la karşılaştı, kuru bir günaydından sonra arabasına atlayıp sahile indi. Kahveye doğru yürürken aynı soruyu kendi kendine sordu; "neden?"...

Kahveye vardığında dışarıda kimsecikler yoktu; hava serindi. Kapıyı açtı, içeri girdi ve "günaydınnnn" diye bir çığlık attı. Mustafa Abi kafasını uzatıp Derin'i görünce gözlerine inanamadı.

"Asiyeeee bak seniniki gelmişşş" diyerek mutfaktaki karısına bağırdı. Derin koşar adım Mustafa abinin yanına geldi ve boynuna sarıldı. Asiye belindeki kırmızı önlüğüne ellerini silerek mutfaktan çıkarken "ne saçmalıyorsun Mustafa benimki de kim?" derken olduğu yerde kalakaldı; "güzel gözlümmmm hoş geldinnn"; Derin Mustafa Abiyi bir kenara iterek bu sefer Asiyenin yanına gitti ve boynuna sarıldı. Şunun şurasında 3 gün gördüğü bu insanlar ailesinden daha yakın olmuşlardı bir anda.

"Nerden çıktın güzel gözlüm? iş güç yine hepsini arkanda mı bıraktın, yine kendinle başbaşa kalmak için mi yollar teptin?" arka arkaya soruları sıralayan Asiye bir an Mustafa ile göz göze geldi ve susması gerektiğinin farkında olduğunu anlatan bir bakış fırlattı.

"Yalnız gelmedim Asiye Abla, deli dumrulun peşine takıldım işte; ama tepilecek yol İda'ya doğru olduğu sürece zaten kim gel dese takılacağım peşine. Hem çöreklerini özledim; bundan daha güzel bir işi bırakma mazereti var mı?" diyerek bir kez daha sarıldı Asiye ablasına; beyaz sabun kokulu bu kadın hayatına giren ve yer edinen ender insanlardandı.

Mustafa Abi, "açsındır sen şimdi sabahın bu saatinde buraya geldiğine göre Mesut efendi güzellik uykusundan uyanıp da sana kahvaltı hazırlayamamış belli" dediğinde Derin şen bir kahkaha attı.

"Yok canımm, Mesut uyanmıştı da ben kahvaltımı Sizlerle etmek istedim". "Hadi o zaman biz de sana mükellef bir sofra hazırlayalım; sen bahçeye çık, ben sana bir fincan çay vereyim kahvaltı hazır olana kadar içini ısıt" dedi Mustafa saçlarını okşarken karısının.

Yarım saat ve 2 fincan çaydan sonra mükellef kahvaltı sofrası hazırdı; tek bir laf etmeden sofrada varsa silip süpürmeye başladı Derin. Asiye ile Mustafa büyük bir keyifle seyrediyorlardı O'nu; çocuk gibiydi. Kahve faslına geçene kadar hiç konuşmadılar, sadece Derin birşey istediğinde ağızlarından 3-5 kelime çıktı o kadar.

Mangala atılan köz sadece kahve için değil sanki Derin'i uzaklara götürmek için ortaya gelmişti. Daldı, gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı ve bir elin omzuna dokunmasıyla gözlerini açtı. Ayak seslerini nasıl da duymamıştı. Aras'la Mesut yanı başındaydılar.


Aras içeri geçip önce Asiye'ye sonra, Mustafa'ya sarıldı. "E oğul kahvaltıyı kaçırdınız; artık kahve ile idare edeceksin" dedi Mustafa.


Bahçeye çıktıklarında Derin ayağının altına bir sandalye çekmiş; montuna sarınarak kitabını okumaya dalmıştı, Mesut sahildeki çocuklarla laflıyordu.

Kahvelerini içerken sessizlik hiç bozulmadı; Mesut akşam yemeği için hazırlık yapması gerektiğini söyleyerek kalktı ve Asiye'ye onları da yemeğe beklediğini söyledi.
 


Arada gelen ıhlamur, kuşburnu çayları olmasa kimse sessizliği bozmayacaktı. İşin ilginci Aras ortada ne kadar gazete varsa hepsini tek tek okumuş, arada Derin'in saçlarını okşamış ama hiç konuşmamıştı.

Birkaç saat sonra Derin kitabı yarılamıştı. "Asiye abla, bugün pazar kuruluyor mu?" diye bağırdı içeri. "Yok, pazar öbür gün kuruluyor, ne istiyorsun ki?" diye yanlarına gelmeden cevapladı. "Benim cafeye örtü gibi şeyler bulursam alayım diyorum, ıvır-zıvır birşeyler bulurum belki, hem güzel zeytinayağ koyacak şişeler bulamadım, Mesut'un kullandıkları çok güzel, onları pazardan almış. Anlayacağın biraz gezmece biraz para harcamaca, derdim bu" dedi. "Tamam güzel gözlüm birlikte gideriz pazara, hem pazarcı karılar da İstanbullusun diye kazıklayamazlar seni".


Saat dört olmuştu; sabahtan beri yaptığı tembellik yeterdi; "ben biraz yürüyeceğim oradan da otele döneceğim; hadi akşam yemeke görüşürüz" diyerek kahveden ayrıldı. Sanki Aras orada değildi, arkasına bile bakmadan tek başına yürümeye başladı. 1 saat yürüdükten sonra otele döndü.

Aras ortalarda yoktu, odasına çıktı, yemeğe daha vardı, biraz kestirmek fena olmayacaktı. Yatağa uzandı, battaniyeyi üstüne çekti ve uykuya daldı.

Bir el saçlarını okşuyordu. Burnuna gelen koku çok tanıdıktı; saçmalama diyordu kendi kendine insan rüyasında nasıl koku alabilirdi ki?

Oysa Aras yanı başındaydı, o tanıdık koku da gerçekti. "Hadi kalk artık Asiye ile Mustafa geldiler sofraya oturdular bile, herkes seni bekliyor" alnına bir öpücük kondurup yataktan kalktı. Derin gözlerini açmış boş boş bakıyordu Aras'a. "Hımmm tamam sen git ben de birazdan gelirim; duşa girip kendime gelmem lazım" diyerek kalkıp banyoya doğru 2 adım attı ki Aras belinden kavradı. "Tamam sen duşa gir ben de seni yıkayayım o zaman".. "Hadi Aras kaybol, bu iç gıcıklayıcı fikirlerini de kendine sakla" diyerek O'ndan kurtuldu ve banyoya girdi. Biliyordu Aras hala odadaydı; ama dert etmiyordu çünkü aşağıdakiler onları yemeğe bekliyorlardı ve Aras saçma birşeye kalkışamazdı. Ya da öyle sanıyordu; bir anda Aras'ın elini sırtında hissetti ve çığlık attı. "Off ya hadi çık şuradan" dediğinde Aras ikiletmeden sırtına bir öpücük kondurdu  ve banyodan çıktı.

20 dakika sonra aşağı inebilmişlerdi. Sofradaki renkler her zamanki gibi büyüleyiciydi; kokular insanı kendinden geçiriyordu.

İlk lokmalar sessizce yendi; herkes çok acıkmıştı; sonra kadehler kaldırıldı; Asiye "sofralarınızın bereketi daim olsun, gözlerinizdeki umut hiç kaybolmasın, kahkahanız bol olsun, ama göz yaşının da kıymetini bilin, sevin birbirinizi, en büyük hazine sevmek, eğer bu sofra etrafında toplanabilmişsek bu sevginin ürünüdür" dedi ve kadehindeki rakıyı bir yudumda yarıladı. Mustafa "yandık çocuklar Asiye ablanızı sırtımızda eve taşıyacağız; bu kadın ne zaman bu kadar hızlı içse hemen sarhoş olur" deyince masada kahkaha koptu.

Tabaklar boşaldıkça doluları geliyordu sofraya, kaç şişenin dibi göründü takip edemiyorlardı. Neyseki otelde onlardan başkası yoktu; herkesin sırtında birer battaniye gecenin tadını çıkarıyorlardı. Gece yarısını çoktan geçmiş, ama sohbet o kadar koyulmuştu ki kimsenin kalkası yoktu.

Asiye bir türkü tutturdu; eşlik etmeye çalıştılar beceremediler. Sonra, Mustafa baktı Asiye'nin söylediklerinden kimse birşey anlamıyor, Mesut'dan birşeyler çalmasını istedi.

Gün doğana kadar böyle geçti. Derin'le Mesut bahçede birlikte dans ettiler; her kahkaha atışlarında Aras, Derin'e öyle bakışlar fırlattı ki, Derin daha da azdı...

Mustafa artık kalkma vakitlerinin geldiğini söylediğinde, Mesut ellerine bir oda anahtarı tutuşturdu ve onlara bu geceyi, yani sabahı, burada geçirmelerini söyledi.

Derin sallana sallana odasına çıkmaya çalışırken, Aras da arkasından düşmesin diye O'nu tutacakmış gibi hazır bir şekilde durmaya çalışıyordu; sanki kendisi çok farklıydı.

Odanın kapısına geldiklerinde Derin hiç beklenmedik birşey yaptı, ve Aras'ın dudaklarına yapıştı. Aras ne olduğunu anlamadan kendini içeride buldu; Derin üstündekileri çekiştiriyordu, Aras ise seyrediyordu sadece. Çırılçıplak kaldıktan sonra Aras'a bakmaya başladı. Aras seyretmeye devam ediyordu; "hadi uyuyalım" diyerek yatağın üstündeki yorganı kaldırdı; Derin'i yatağa yatırdı, kendisi de yanına kıvrıldı."Tatlı rüyalar güzel gözlüm" diyerek geceyi bitirdi. Derin çoktan uykuya dalmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder