28 Mayıs 2011 Cumartesi

Birlikte yol almak



Yola çıkmalarının üzerinden 2 saat geçmişti ama hala İstanbul sınırını terk edememişlerdi. Derin arabayı kullanıyordu; bir taraftan trafiğe küfrediyor bir taraftan da neden feribotla Bandırma'ya geçmediklerine laf ediyordu. Gelibolu'ya yaklaşmak üzereydiler ki yağmur başladı.
"Biliyor musun; en çok bahar yağmurunu seviyorum, toprağa her değişinde yeni bir doğuma hazırlanıyor toprak" küfürlerin arasında kendi sessizliğini bozarak Aras'a baktı.Boş boş yağmur damlalarının cama düşüşünü izliyordu, cevap vermedi.
Biraz daha yol aldıktan sonra, "ileride sağda bir benzinci var oraya gir, hem benzin alalım hem de yola ben devam ederim" dedi. Derin güldü, ama birşey söylemedi.
10 dakika sonra benzincideydiler. Arabayı park etti "çok açım hadi birşeyler yiyelim" diyerek arabadan indi. Benzincinin arkasındaki uçsuz bucaksız tarlaya gözü takıldı; ne ekili olduğunu anlamamıştı ama gördüğü renk cümbüşü inanılmazdı.

Birkaç lokma birşey atıştırıp, yola koyuldular. Aras her zamanki gibi "Lounge" müzik dinleyerek araba kullanıyordu. Derin'in alışamadığı şeylerden biriydi Lounge müzik... Derin, yola çıktıktan hemen sonra uykuya dalmıştı. Rüyasında lavanta tarlasında koşuyordu; lavantalara her dokunuşunda etrafa yayılan o koku kendinden geçiriyor, rüya içinde rüya aleminde hissediyordu kendini.
Arabanın durmasıyla rüyası yarıda kesilmişti. İskeleye gelmişlerdi; Çanakkale Boğazı'ndan esen rüzgara karşı nefes alma vaktiydi. Feribotun kalkmasına yarım saat vardı; Aras köşedeki çaycıdan 2 çay kapıp gelmişti. Konuşmadan çaylarını içtiler; rüzgarın sesini dinleyip, denizi içlerine çektiler. Feribot vakti geldiğinde Derin yürüyerek feribota binmek istediğini söyledi.
3 saat sonra Kaz Dağları'na varmışlardı. Derin'in yola çıktıklarından beri ilk defa gözleri pırıl pırıl parlıyordu. Arabayı park ettiklerinde etrafta kimse gözükmüyordu. Sanki evine gelmişti; arabadan indi çantasını bile almadan bahçe kapısından otele girdi. Aras da arkasından geldi. "E nerede?" diye sorduğu anda bir çığlık duydu; "Aras, kardeşim, sen burada hem de bu kadar kısa zaman sonra?" Mesut, can dostunun sırtına bir yumruk geçirdi ve Derin'e sarılarak yanağına bir öpücük kondurdu. O sırada Derin Aras'la göz göze geldi; o bakışlar kör bir bıçakla can dostunu doğramak istediğini söylüyordu; Derin bundan çok zevk aldı.
"Eee hangi rüzgar attı sizi buraya bakalım?"; Derin gülümsemekle yetindi, Aras ise arkasına bile bakmadan ön bahçeye doğru yürüdü, "hadi bir kadeh rakı koy da şu güzel havanın tadını çıkaralım" dedi sadece.
Derin "benim odam boş mu? anahtarı alabilir miyim?" diye sordu. Mesut da "ikinizin odası da boş" deyince Aras araya girdi "hangi iki oda?". Mesut bıyık altından bir gülümseme fırlatarak Derin'e anahtarını vermek için içeri geçti.
Yarım saat sonra Derin duşunu almış, üstüne temiz birşeyler geçirmiş, aşağı inmişti. Manzara hep aynıydı; ağaçlar arasından gözüken masmavi bir deniz; şezlonga kurulmuş Aras ve yanındaki sehpada duran bir şişe Efe. "Tadını çıkar Derin, görme, duyma, sadece tadını çıkar" dedi kendi kendine.
Mesut ortalarda yoktu; Aras'ın yanındaki şezlonga uzandı ve derin bir nefes aldı. "Özlemişim seni İda" dedi kısık sesle. Aras elini tuttu; ürperdi bir anda. "İda da seni özlemiş güzel gözlü kadın"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder