28 Mayıs 2011 Cumartesi

Hayal Dünyası

"Devren Kiralık" tabelasını gördüğü anda hayatında ilk defa sadece ve sadece kendisi için birşeyler yapması gerektiğini anlamıştı. Boşuna değildi 10 dakika sonra camdan o ilanı indirmesi. Evet ya, ilk defa kendisi için bir çılgınlığa kalkışıyordu. Tamam, Issız Adam hayatının en büyük çılgınlığıydı ama bu kendisine ait olacak tek şeydi.

3 ay nasıl geçmişti anlayamamıştı; uykusuz geceler, dekorasyon için uzun yol tepmeler, kahve ve sigarayla geçen günler... Ama değmişti, Hayal Dünyası tam istediği gibi olmuştu. Dünle bugün bir araya gelmişti. Kristal apliklerle bezeli duvarlarda siyah-beyaz İstanbul fotoğrafları iç içe geçmişti. Araya sıkıştırılmış aile fertlerinin resimleriyse, kapıdan her içeri girdiğinde O'nu bazen 70lere, bazen 40lara götürüyordu.

Deri koltuklar için az kapı çalmamıştı. Genç kızlığından beri Chesterfield bir kanapeye sahip olmayı hayal etmişti; Çukurcuma'da kanapeyi gördüğünde "artık kavuşma zamanı" demişti orta yaşlı kadına... Kadın da bakakalmıştı yüzüne anlamsızca.. Sonra oturup kahvelerini içerken ilk ne zaman bu kanapeyi gördüğünü, o günden beri sahip olmayı ne kadar çok istediğini, ama her zaman kanapenin önüne geçen öncelikleri olduğundan ertelediğini anlattığında kadın anlamıştı ne demek istediğini.

Aynı dükkanda kristal apliklere gözü ilişmişti. 12 apliği kadın hediye etmişti Hayal Dünyası'na, her bir çift farklı renkte kristallere sahipti. O koşturmaca sırasında, aklına takılan birşey oldu mu, özellikle mobilyalarla ilgili, ilk o kadının kapısını çalıyordu. Annesiyle aynı yaştaydılar, zevkleri aralarındaki 25 yaş farka rağmen aynıydı. Evindeki kırmızı kütüphaneyi anlattığında kadın gülerek "biliyor musun benim de salonumda ceviz oturma takımının ortasında kıpkırmızı ultra-modern bir sehpa var" demişti. Bir kanapenin hayatına böylesine bir güzellik katacacağını bilseydi, çokkk daha önce gider bu kapıyı çalar ve kadınla tanışırdı. Doğru zaman dedikleri bu olsa gerekti.

Mermerden çok fazla hoşlanmasa da, tüm masaların tablalarını mermerden ayaklarını da ahşaptan seçmişti; aynen mutfağındaki "sevişme" tezgahı gibi. Evi gibiydi Hayal Dünyası da; hayatına bir yerden girmiş olan herkesden ve herşeyden izler taşıyordu.

Bar için tezgah seçmek istediğinde "mermer" demişti; "masalara da uyum sağlar böylece" diye düşünmüştü. Barmen Murat hayatına yeni girmişti o sıralar; "hayır mermer bar olmaz" diye itiraz etmişti. "Eğer barın arkasında ben duracaksam ceviz bir tezgah olmalı, yada en azından ahşap olmalı, her dokunduğumda o tezgaha beni canlandırmalı; tamam masalara karışmıyorum ama sen de barıma karışamazsın" demişti gecenin saat 3ünde. İtiraz edememişti, haklıydı çünkü. İlk ceviz barı gördüğü yeri hatırlamaya çalıştı, İstanbul'da mıydı yoksa sırt çantasını alıp kendini bir anda buluverdiği Milano'da mı? Hatırlayamadı, ama Murat haklıydı, mermerden bir bar cansızlaştıracaktı Hayal Dünyası'nı.

Sandalyeleri seçerken satıcı gence "vallahi benim kıçım nereden rahat ederse, misafirlerimin de orada rahat eder, o yüzden hiç rahatsız şeyler göstermeyin bana" demişti. Çocuğun yüzü kızarmıştı. 4 saat sonra "galiba budur" dediğinde, çocuk dayanamayıp "sanırsın ki Versailles Sarayı'na sandalye seçiyorsunuz" deme gafletinde bulunmuş ve ne olduğunu anlayamadan kadının hışımla dükkandan çıkışına bakakalmıştı.

Sandalyeler için de Çukurcuma'ya indi, yeni arkadaşı O'na yol gösterirdi nasıl olsa. Kadın bir mucizeydi resmen, 1 saat sonra Perşembe Pazarı'nda sandalyecilerin kralına götürmüştü O'nu. O "kıçının" rahat edeceği birşeyler arıyordu, sandalye ustası da O'nun aradıklarından başka birşey bilmiyordu. 1 saat sonra sandalyelerin şekline karar vermişler, modern ama Chesterfield kanapeye uygun deriyle kaplı sandalyeleri olmuştu. Adam bir hafta içinde sandalyeleri hazır edeceğini söylemişti.

Hayatında ilk defa yukarılardan bir yerlerden bir elin uzandığını hisseder olmuştu. Özel hayatı bok gibiydi, ama Hayal Dünyası ile ilgili herşey hayal ettiğinin de ötesinde ilerliyordu.

Sandalyeleri seçtiği günün akşamında "sevgili" barmenine "artık eve gitme vakti geldi, bu geceyi de sabahlayarak geçirirsem yarın Zincirlikuyu'da buluşmak zorunda kalabiliriz" demişti. Murat kahkahayı basmış elindeki bezi kafasına fırlatmıştı.

Eve giderken yolun üstündeki pizzacıdan prosciuttolu rokalı bir pizza ile adını sanını bilmediği bir kırmızı şarap almıştı. Nedense bugünü kutlamak istiyordu.

20 dakika sonra pizzasını tabağına koymuş, koca kırmızı şarap kadehini vişneden mürdüme çalan şarapla doldurmuş, kanapesine kurulmuştu. Kemikleri sızlıyordu yorgunluktan, ama çok huzurluydu.

Tabaklar, bardaklar, çatal-bıçak tamamdı, masalara minik kavanozlar koymak geldi aklına. Her gün taze çiçek koyacağı minik reçel kavanozları daha da sıcak bir hale sokacaktı cafeyi, "hay aklımı seveyim" dedi kendi kendine.

Bir anda canı ot çekmişti. O an ürperdi. İşte Issız Adam'ın hayatına kattığı çılgınlıklardan biri de buydu. Kalktı, yatak odasına gitti, en üst çekmeceden sarma sigara paketini aldı ve salona döndü. 2 dakika sonra sigarası hazırdı, tek eksiği ottu ama olsun bu kadarına da razıydı.

Ertesi gün cafeye gittiğinde gözlerine inanamamıştı, tek eksiği sandalyelerdi, tabi bir de reçel kavanozları. Eğer bu fikrini Murat'la paylaşırsa kaçıp gideceğinden korktu, birşey diyemedi. "Sen dün gece evine gitmedin mi?" diye sordu; Murat o sırada içki şişelerini yerleştirmekle meşguldü. "Hayır prenses sadece ben değil hiç kimse eve gitmedi, sana sürpriz yapmak istedik". Koşar adımlarla Murat'ın yanına gitti ve yanağına hiç de yadsınamayacak bir sesle koca bir öpücük kondurdu, "sen bir tanesin Murat" dedi.

Mutfak hazırdı, şimdi kapıyı açsalar müşterilerini ağırlayabileceklerdi, tamam sandalyeleri henüz yoktu ama bir Chesterfield kanapeleri, 6 tane berjerleri, masaları hazırdı, ve tabiki Murat'ın ahşap barı ve tabureleri de. "Hadi gel seninle küçük bir işimiz var" diyerek Murat'ı kolundan çeke çeke bardan çıkardı. Tünel'den Galatasaray'a doğru yürüyerek Paşabahçe'ye geldiler, "bak Murat şimdi alacaklarıma karışmayacaksın, anlaştık mı?" dediğinde Murat "anlaşıldı yine itiraz edeceğim birşeyler almaya kalkacaksın ve ben de burada sinir krizi geçireceğim" dedi gülerek. Paşabahçe'den çıktıklarında ellerinde 5 poşet vardı, reçel kavanolarıyla dolu. Hiç sesini çıkarmamıştı Murat O sepetleri doldururken. O'nun bu keyifli halini seyrettikçe mutlu oluyordu. Hayal Dünyası kapılarını açmaya hazırdı artık.

1 hafta sonra sandalye ustası sözünü tutarak sandalyelerle gelmişti. Her biri aynı elden çıkmıştı, ama hepsinde gözle görülemeyecek kadar ufak nüanslar vardı; bunu bir tek O görebiliyordu. "Ellerine sağlık ben bu kadarını hayal etmemiştim" diyebildi adama gözlerinde biriken yaşları tutmaya çalışırken.

O akşam kapılarını açmaya sadece 2 gün kala, Cafe için gecesini gündüzüne katan kim varsa hepsine elleriyle yemekler hazırladı. Sabahın ilk saatlerine kadar yediler, içtiler, güldüler...

Ama kalbindeki burukluk hala aynı yerinde duruyordu; "ah be Aras" diye geçirdi içinden kapıdan çıkarken...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder