28 Mayıs 2011 Cumartesi

Eski defterler


Öyle anlar vardı ki hayatında, kendini dibe batmış buluyor, tam gün ışığını gördüm derken, adam ayağına bir çelme takıyordu. Ve her çelme takışında da "adını bir daha anmayacağım Aras" diye kendi kendine sözler verip, hem de tutamayacağını bile bile, hayatına devam etmeye çalışıyordu.

Hayal Dünyası zamanının çoğunu alıyordu. Alıyordu almasına da geceleri evinden içeri girdiğinde yine tek başına kalıyordu.

O yalnız gecelerden birinde terasta oturmuş kitap okurken telefonu çalmıştı. Arayan eski kocasıydı; "haydaa" diyerek telefonu açtı "hayırdır?" Boşanmalarının üzerinden 3 yıl geçmişti ve sadece annesi hastalandığında telefonlaşmışlardı. Onun dışında ortak arkadaşlarıyla bir araya gelecekleri zaman her ikisi de birbirinin olmadığı programları seçmeye çalışıyorlardı. "Kusura bakma gecenin bu saatinde rahatsız ettim... Cafenin önünden geçiyordum, bir an seni aramak geldi içimden" dedi adam. Derin kalakalmıştı, evet ya kesin bir gariplik vardı kendisinde, bütün deliler O'nu buluyordu. "İyi ettin diyeceğim garip olacak, ama adet yerini bulsun bari. Nasılsın?", "İngiltere'den yeni döndüm, 4 aydır evden uzaktayım, iş güç koşturmaca, yorulmuşum. Birkaç gün sonra tekrar yola çıkacağım; dedim ya Cafenin önünden geçince seni aramadan duramadım". Derin bir an düşündü; "yalnız mısın?" diye sordu; adam biraz önce arkadaşlarından ayrıldığını otoparka doğru yürüdğünü söyledi. Derin bir an duraksadı "teras çok keyifli, bir kahve içmek için uğrarmak ister misin? Hem sen benim evimi de görmemiştin" dedi. Ağzından çıkanlara kendisi de inananmıyordu; ama çıkmıştı bir kere. Adam da şok geçirmiş olmalıydı ki sessizliğ bozan Derin oldu "naz yapacaksan başka kapıya, adam gibi kahveye davet ettim geleceksen gel yok gelmeyeceksen kapatıyorum telefonu" dedi. Adam "ok" diyebildi ve telefonu kapadı. Derin elinde telefon "bakalım kaç dakika sonra aklı başına gelecek?" diye düşünürken telefonun çalmasıyla irkildi bir anda. "Ben de merak ediyordum koca İstanbul'da benim evi nasıl bulacaksın diye. Cafe'ye yakın mısın? Eğer öyleyse barmen Murat'a git o sana evi tarif etsin, gelirken de bir şişe J&B kap Cafeden" diyerek adamın cevap vermesine fırsat vermeden telefonu kapadı; ve hemen Murat'ı aradı, kısaca olayı anlattı ve oturduğu rahat sedirinden kalkıp odasına gitti. Üstünü değiştirdi, bir fincan daha kahve hazırladı kendine ve Leonard Cohen'in sesine kaptırarak kendini eskiye doğru bir yolculuk yaptı.

Master başvurusunda bulunmak için üniversitenin yolunu tutmuştu. Boğaz'dan esen rüzgara karşı bahçede yürümek zordu, o sırada çantasından sigara çıkarmaya çalışıyordu ve O'nunla çarpıştı. "Özür dilerim" dedi ve hızlı adımlarla adamın yanından uzaklaştı.

Yarım saat sonra başvuru evraklarını doldurmuş ve kahve vaktinin geldiğine dair beyni sinyaller göndererek ana binadan çıkmıştı. Bahçenin bir ucunda bulunan, öğrencilerin takıldığı "kantin-cafe" görünümlü küçük binaya geldiğinde çarpıştığı adam karşısına çıkmıştı. "Merhaba ben demin çarptığınız ama çarptıktan sonra yüzüne bile bakmadığınız Emre" demişti adam. Yakışıklı değildi, ama kendine güvenen tavrı çok hoşuna gitmişti Derin'in "merhaba ben de yüzüne bile bakmadan özür dileme yüce gönüllülüğünü gösteren Derin" dedi. Gülüştüler. "Buranın yabancısısınız herhalde" dedi adam. "Hımm master başvurusunda bulunmak için gelmiştim. Beynim -kahve- sinyalleri verdi de; bir fincan kahveden sonra işe döneceğim" dedi. Adam birlikte kahve içmeyi teklif etti. 1 saat boyunca havadan sudan konuştular, ikişer fincan kahvelerini içtiler, çoktan geç kalmıştı işe. "Artık kalkmalıyım, iş beni bekler" dedi. Ayağa kalktığında Emre elini tutar gibi yaptı, sonra da "pardon" dedi. Birlikte bahçeden çıkışa doğru yürüdüler. Emre sessiz yürüyüşlerini ıslığıyla bozuyordu, yada kendince renklendiriyordu. Kapıya vardıklarında Derin kahveler için teşekkür etti, o sırada Emre de kartını uzattı. "Senin istediğin yerde ve istediğin zamanda kahvelerin karşılığını ödeyebilirsin" dedi ve Derin'in yanından uzaklaştı.

Tanışmalarının üzerinden 6 ay sonra, Roma'da evlendiler... Yanlarında 20 kadar arkadaşları ve aileleri vardı. Müthiş bir balayı programı vardı önlerinde. 1 ay boyunca Avrupa'yı gezeceklerdi, ki Derin bacağını kırdı. Amsterdam'da bisikletten düşerek ayağını kırma becerisine ancak Derin sahip olabilirdi zaten.

1 haftalık balayından sonra Derin ameliyat oldu ve doktor uçabilirsin dediği anda soluğu İstanbul'da aldılar. Emre dert etmemesini söylemişti. Önlerinde daha uzun zaman vardı ve balayını planladıkları gibi geç de olsa bitireceklerdi. 5 yıllık evlilikleri içinde yaptıkları en uzun tatil 5 günü geçmemişti ve balayı programı hiçbir zaman tamamlanamamıştı.

İkisi de huysuzdu; evliliklerinin kavgasız geçen gün sayısı arka arkaya 5 günü bulduğunda hemen kutluyorlar ama kutlamanın akabinde mutlaka birbirlerine giriyorlardı yine.

Sonunda dayanamayan Emre oldu, bir akşam eve geldi ve "boşanalım" dedi. Evlilik teklifi de bu şekilde tek kelimeyle gelmişti "evlenelim". Derin hiç düşünmeden "evet" demişti; hem evlilik teklifine hem de boşanma teklifine. 1 ay sonra boşanmışlardı. İşin ilginci boşandıklarını uzun bir süre ne arkadaşlarına ne de ailelerine söylemişlerdi. Derin böyle uygun görmüştü; Emre zaten İngiltere'deki ofise transfer olmuştu, herkes Derin'in de işinden ayrılmasını beklerken bir akşam yemeğinde herkese boşandıklarını söylemişlerdi.

Kapı çaldı, aynada kendisine baktı ve kapıyı açtı. Emre elinde bir buket çiçek, Murat'ın kırmızı kurdeleyle süslediği bir şişe J&B karşısında duruyordu. Aynen 8 yıl önce çarpıştıkları gibiydi, kendine güvenen Emre, ama daha karizmatik yada o an Derin'in gözüne öyle gözükmüştü. "Hoşgeldin" diyerek çiçekleri aldı ve "sen terasa geç geliyorum" dedi. Emre salonda Derin'i beklemeye başladı. "Kahve?", "e J&B'yi boşuna mı taşıdım?" diye cevap geldi salondan. 5 dakika sonra bir tepside kadehler, buz kovası, J&B ve fıstık dolu bir kaseyle salonda gözüktü Derin. "Hava çok güzel gel terasta oturalım" diyerek Emre'nin önünden terasa çıktı. Emre kadehleri doldurdu, "sana" diyerek kadeh kaldırdı. Derin gülümsedi. Yarım saat havadan sudan konuştular, Emre İngiltere'de neler yaptığını anlattı, Derin nasıl bir anda işten istifa ettiğini, ve nasıl 10 dk'da cafeyi tuttuğunu anlattı. Sanki iki eski dost yıllar sonra bir araya gelmişlerdi. Aradan ne kadar geçtiğinin farkında değildi Derin, ama şişe neredeyse bitmek üzereydi. "Çok içtin araba kullanamazsın, bu gece burada kal, sabah güzel bir kahvaltı ederiz sonra gidersin" dedi. Emre'nin değil araba kullanmak 5 kat aşağı inmeye bile gücü yoktu. "ok şekercim" dedi. Derin kalkıp küçük odaya geçti ve Emre için yatak hazırlamaya başladı. Salonda bıraktığı telefon çalıyordu, "offf be gecenin bu saatinde" diye söylenerek salona geldi ve telefona hiç bakmadan açtı. Telefonun ucundaki o an hiç beklemediği bir sesti. "Geliyorum" dedi. Derin'in boğazı düğümlenmişti, "gelemezsin çünkü misafirim var. Ayrıca her geliyorum dediğinde gelebileceğin bir yer değil burası, cehenneme kadar yolun var" dedi ve telefonu kanapeye doğru fırlattı. Emre terasın kapısında O'nu syrediyordu. Derin birşey söylemeden, içeri gitti; Emre de peşinden.

O sabah Derin uyandığında Emre yanında yatıyordu. Bir an hayal gördüğünü sandı. Ama gördüğü hayal değil koca bir gerçekti. Gece Emre'yle beraber olmuştu, sevişmişlerdi. Ve aptal Derin ne kendine ne Emre'ye kızıyordu. Bunun tek suçlusu Aras'dı.

Sessizce kalktı ve mutfağa gitti. Bir sigara yaktı, kahvesini hazırladı ve Aras'la "sevişmek" için aldıkları tezgah bozması masaya yaslanarak kahvesini içmeye başladı. "Lanet olsun Aras sana" dedi kısık sesle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder