28 Mayıs 2011 Cumartesi

İsimler




Birbirlerine sadece kavga ettiklerinde isimleri ile hitap ederlerdi; "Aras sen hayvanın tekisin!!" dediğinde aldığı cevap hep aynı olurdu "ben en azından hayvanım da siz kendinizi ne sanıyorsunuz Derin hanım? siz çok mu matahsınız? defol git evimden"... İşte her kavga bu cümlelerle bitiyordu, ama işin ilginci Aras kendi evinde de olsa, Derin'in evinde de olsa Derin'i kovuyordu... Ama giden hep kendisi oluyordu.

Aras'ın isimlerle ilgili takıntıları vardı, eğer karşısındakinin ismini beğenmezse başka bir isim takar ve öyle hitap ederdi. Çocuk gibiydi...



Ailesindeki neredeyse herkesin adı nehirlerden, dağlardan geliyordu; coğrafya dersi gibiydi; bu da Aras'a gırgır geçmek için büyük bir malzeme demekti. Ama haksız da değildi; kardeşi Meriç, ablası Dicle, ablasının eşi Fırat, kuzeni Ilgaz.. Aileye yeni katılacak yeğenine de Maya adını vereceklerini öğrendiğinde "olmaz öyle Güney Amerika uygarlığı yakışmaz bize, adam gibi bir Türk dağı falan bulun" diye gırgır geçmişti Dicle ve Fırat'la. 



Derin ne iş yapacağına bir türlü karar veremezken, Aras da gül gibi işini bir kenara iterek kah bir gün evde oturuyor, kah bir gün işe gidiyor, garip bir hayat sürüyordu. O ilk geceden sonra bazen birbirlerini haftada bir görüyorlar, bazen her akşam birlikte oluyorlardı. Ama ilişki Derin'i çok yoruyordu. Birşeyler yapmalıydı, işsiz olmak da canını sıkıyordu.

Aras'ın prangalarından kurtulduğu bir cumartesi sabahı Asmalı Mescit'de yürürken "devren kiralık" tabelasını görmüş, içeri girmiş ve 10 dakika sonra camdaki tabelayı sökerken kendini bulmuştu. İşi nasıl iki kelimeyle bıraktıysa, yeni işini de aynen iki kelimeyle bulmuştu "devren kiralık".

Annesini arayıp heyecanla haberi vermek istediğinde, annesi kulaklarına inanamadığını söyleyip "peki ne kadar istediler, masrafı var mı?" gibi soruları arka arkaya sıralamıştı. Derin'in o an aklı başına gelmişti, ama annesine tek birşey söylememişti. Evet ya hiçbirşey sormamıştı, içeri girdiği andaki manzara ona yetmişti. Ama şimdi "para" denilen şeyi bulma vaktiydi.

Evine gitti; internet bankacılığından neftret ediyordu ama hesabını da kontrol etmeliydi. 15 dakika sonra kendini boş gözlerle ekrana bulurken yakaladı "hapı yuttun kızım" dedi. Kalktı kendine bir kadeh J&B koydu, 3-5 buz attı bardağa ve evin içinde dolanarak bardaktaki içkiyi 3 dakikada bitirdi.

Boşandığında, evliliği boyunca kendine aldığı, annesinin aldığı 3-5 mücevheri vardı. Boşandığından beri bankada bir kasada tutuyordu; onlar aklına geldi. İşte tam vaktiydi, hem boşu boşuna kasada duracağına bir işe yarasınlardı. Pazartesi ilk iş bankaya gidecek ve kasadaki mücevherlerle Kapalıçarşı'daki anneanneden kalma kuyumcunun yolunu tutacaktı.

O gece Aras ortalarda gözükmedi; yine kaybolmuştu. Ya etrafındaki kadınlardan biriyle alemdeydi, yada kendini eve kapamış kimseyi görmek istemiyordu. Umursamadı Derin; cumrtesi gecesi ve bütün bir pazar günü cafesine isim düşündü. Pazar geceyarısı kapı çaldığında cafenin ismini de bulmuştu "Hayal Dünyası". Aras sarhoş bir halde karşısında duruyordu. Bu duruma da alışmıştı işin kötüsü. Aras sabah 6da yataktan kalkıp rakıyla güne başlayabiliyordu ve bütün günü içerek geçirebiliyordu. Bazen de günlerce ağzına içki sürmüyor, adam gibi işine gidip geliyordu. Bu gel-gitler de Derin'i yoruyordu. Zaten başka kadınlar vardı, zaten bu aralarındakinin adı neydi belli değildi, aslında bir ilişki değildi, ilişkide taraflar olmalıydı, ama çoğu zaman Derin her iki tarafı da oynamak zorunda kalıyordu yada, yoktu işte yadası.

Aras evden içeri girdi ve "offfff çok içmişim" dedi. Derin de hiç anlamamış gibi "Aras, ben dün bir cafenin camında devren kiralık tabelası gördüm, orayı devraldım, adını da Hayal Dünyası koymaya karar verdim" dedi. Bir çırpıda çıkmıştı sözcukler ağzından. Aras boş gözlerle baktı "geri zekalı sen ne anlarsın cafeden mafeden" diyerek kapıya doğru yöneldi. "Benim manyaklarla işim yok" dedi ve kapıyı çarparak çekip gitti. Derin bu kez şok olmuştu, anlam veremedi, ne demişti de Aras çıldırmıştı.

O'nu en son o pazar gecesi görmüştü; cafenni peşinde koşarken günlerin nasıl geçtiğini anlamamıştı bile. Eve geceyarısı geldiğinde, tek başına kaldığı anlarda Aras aklına geliyor, gözünde biriken yaşlardan birkaçı yanağından süzülüyordu. Ama yapacak birşey yoktu, Aras böyle karar vermişti, yani herhalde öyleydi. Bazen bir sms atıyordu cevap gelmeyeceğini bile bile; bazen Aras'ı hissedebilmek için kendini eve kapatıp sabahın 6sında 1 kadeh rakı koyuyordu kendine. Böyle geçen 3 ayın sonunda Aras ortaya çıkmıştı. Bir cuma sabahı cafede öğle menüsündeki eksiklikleri Murat'la konuşurken kapı açılmış, bir adam içeri girmişti. Derin arkası dönük olduğu için kim olduğunu görmüyordu; Murat masadan kalktı "hoşgeldin" dedi. Adam da Murat'a "merhaba Murat" dedi ve Derin'in omuzuna elini koydu. "Selam canım"... Bu muydu? 3 ay kayıplara karış sonra da "selam canım" diyerek sabahın bir körü ortaya çık.

"Geçen gece kızlarla karşı barda takılıyorduk, sen de müşterilerinle ilgileniyordun, hayranlıkla izledim seni, helal olsun sana" dedi. Derin hala üzerindeki şoku atlatamamış gözlerle Aras'a bakıyordu "s....... git cafemden" diyebildi.

Murat kulaklarına inanamaz bir halde mutfağa doğru gitti, giderken de garsonlardan birine "şükür cafede müşteri yok" diyebildi.


5 yıllık evliliğinde kocasıyla çok kavga etmişti, ne zaman sıkılsa kaçacak bir delik arar ve kendini sokaklara vururdu. Boşanma sürecinde de etrafa zarar vermemek için, daha doğrusu en başta kendine zarar vermemek için kendini sokağa atar, yürürdü. Şu an en çok ihtiyacı olan şeydi yürümek. Aras her zaman "defol git" diyen taraftı, Derin hayatında ilk defa "s... git" diyen tarafı oynuyordu; hatta tarafın ta kendisiydi.


Kalktı, barın arkasından çantasını ve montunu aldı; "Murat ben çıkıyorum" dedi ve cafeye giren bir müşteriyle neredeyse çarpışacakken kapıdan geçti, ve gitti.

Aras öylece kalmıştı. Hayatında bir çok kadın ona küfretmişti, yatağından, evinden kovmuştu ama nedense Derin'in ağzından çıkan iki kelime canını acıtmıştı. "Murat soğuk bir bira versene" diyerek bara oturdu. Murat saatine baktı, daha 10:30du ama Aras'la tartışılmazdı. Birbirlerini 20 senedir tanıyorlardı, Murat ilk Nişantaşı'nda bir barda çalışmaya başladığında Aras her gece o bara uğrayıp bir kadeh içki içerdi.

Birasını neredeyse bir dikişte bitirdi, hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti.


Derin 2 saat boyunca yürüdü, yürüdü, yürüdü. Bir an nerede olduğunu çıkaramadı; sonra fark etti ki Kabataş'a kadar gelmişti. Bir taksi çevirdi; "Tünel lütfen" dedi. Gözünden akan yaşları sildi, çantasından makyaj çantasını ve aynasını çıkardı, alnına, yanaklarına biraz allık sürdü, saçlarına elleriyle biraz şekil verdi ve 15 dakika sonra cafenin biraz aşağısında sanki hiçbir şey olmamış gibi taksiden indi.


Öğle yemeği servisi başlamıştı, dışarıda yemek yiyenlere "afiyet olsun" dedi ve içeri girdi. Barın arkasında duran Murat'a el salladı ve mutfağa gitti. Her zamanki gibi telaş içindeydi mutfaktakiler... İçi rahat etti, herkes işini en iyi şekilde yapıyordu. Buzdolabını açtı ve gözüne limonlu cheesecake takıldı. Aşçıbaşının ilk limonlu cheesecake denemesiydi, hemen deepfreezeden vişneli dondurmayı çıkardı; cheesecakein üstüne bir top koydu ve büyük bir zevkle yemeye başladı. Yaklaşık 30 saniye kadar mutfakta hayat durmuştu, çünkü Derin bir taraftan büyük bir iştahla ve zevkle tabağındakileri yiyor bir taraftan da ağlıyordu.

"Allah kahretsin seni Aras" dedi içinden... "Adın batsın"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder