7 Şubat 2013 Perşembe

Ruhum biraz daha mı yaşlandı ne?

Soğukluğunu sevmiyorum Ocak aylarının... Sadece havanın değil insanların suratlarında da o soğuk ifade oluşmuyor mu dayanamıyorum... Güne karanlıkta başlamak, günü karanlıkta bitirmek... Ocak ayı işte... Kar yağsa bile o beyazlığın arkasından oluşan çamur görüntü... Ocak ayı işte... Ha bir de arka arkaya gelen ölümler... Her yeni güne uyandığımızda kulağımıza gelen can acıtıcı olaylar...

Okullar tatil olduğunda kızımla zaman geçiremeyeceğimi bilmek de bir başka Ocak ayı derdi!

Yok sevmiyorum ben kışı, ben yaz çocuğuyum, bahar gelsin, yaz gelsin, sıcak, güneş, bunlar beni mutlu ediyor...

Böyle değildim eskiden, yada "gençken"... Ruhum mu yaşlanıyor ne? Bedenim de ufak tefek oyunlar oynuyor da ama asıl ruhumun bana oyun oynamasından pek de haz duyduğum söylenemez.

Bugün daldan dala atlama günüm herhalde...

Aklıma geldi, hayallerinin peşinden koşan insanlar şanslı mı doğuyorlar, şanslarını kendileri mi yaratıyorlar yada dünya hiç umurlarında değil o yüzden hayallerinin peşinden koşuyorlar...

Güneş sırtıma vurdukça mayışıyorum ya, ruhum bedenime diyor ki "işte şimdi tam da yayılıp kitap okuma zamanı", beynim bedenime diyor ki "ne kitabı, saçmalama senin çalışman lazım"... İşte ben burada kilitlenip kalıyorum..

O yüzden Defne'ye diyorum ya "ne istiyorsan yap, hayallerinin peşinden koş" yoksa benim gibi hayallerin olur ama sadece uzaktan uzağa yalanırsın.

Yalanmak dedim de aklıma geldi, evet bugün böyle bir gün, geçenlerde iki arkadaş sohbet ediyorlar, ben de uzaktan seyrediyorum, bir taraftan da kulak misafiri olmaya çalışıyorum. Tahminen ben yaşlarda ikisi de.. Biri evli anladığım kadarıyla diğeri bekar. Hayatlarındaki erkeklerin onlara yaptıkları sürprizleri ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Düşünüyorum, ne kadarı gerçek?

Sabahları dayak yemiş gibi yataktan kalkmak kadar sıkıcı ne olabilir ki? Her sabah aynı tempo, rutin hareketler...

Etrafımdaki bazı şeyleri kaldıramaz oldum; çok yakınımdaki saçmalıklara baktıkça "ne işim var burada?" diye düşünmeden edemiyorum... Doğru yerde miyim? Hayatımı bu kadar mı kontrol edemez hale geldim? Neden hep bir karmaşanın içindeyim ki? Yoksa karmaşayı ben mi yaratıyorum? Cevapsız sorular sinsilesi içinde boğuluyorum anlayacağın.

Bazen öyle anlar geliyor ki kelime bulamıyorum kendimi ifade etmek için; ha bazen de kendimi ifade etmekten kaçınıyorum.

Uzun zamandır lodosun etkisi çok fazla üzerimde... Severim aslında lodosu; yakıştırırım İstanbul'a, martıların coşkusu lodosla arttıkça daha da bir mutlu olurum, yüzüme bir gülümseme çöker... Ama bu sefer biraz uzun oldu galiba... Yada lodos ve martılar da beni mutlu edemiyor.

Offf, yazının başından şu ana kadar yazdıklarımı okudum da gerçekten çok saçmalamışım. Arada bir benim de hakkım olmalı saçmalamak.

Maskeler... Bir de buna taktım son zamanlarda... Maske takıp da mı dolaşmalı yoksa takmadan mı dolaşmalı? Senin maskesiz halin hangisi gösteriyor musun ki benden de aynısını istiyorsun! Hadi canım, gerçek seni kendine bile göstermezken... Neyse, saçmalama boyutu git gide artıyor...

Ocak'dan bahsederken, Şubat'ın ilk haftasını bitirdik bile; şaka gibi... Evet, benim ruhum biraz daha yaşlandı, artık kesinlike inanıyorum buna.

Arkadaşlar arasında konuşulur ya "terk edeceğim İstanbul'u", aslında bir kısmı gerçekten bunun için plan yapar da bir kısmının ağzından çıkanı kulağı duymaz... Etrafımdaki kuru kalabaliktan sıkıldığım içindir ki, ben de gitmeyi istiyorum. Ne olur bir ayağım orada bir ayağım burada olsa?! Çok mu şey istiyorum acaba?

Ever, benim ruhum biraz daha yaşlandı bugün...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder