7 Ağustos 2012 Salı

Londra ve Emre

Yağmur hiç dinmedi uçaktan indiklerinden beri... Taksi şöförü 1 hafta daha güneş yüzü göremeyeceklerini söylüyordu Derin dışarıyı izlerken... Emre, Trafalgar'a çok yakın bir yerde bir apart otelde yer ayırtmıştı; müthiş bir studyo daire, ve sadece ikisine ait...

Otele vardıklarında Derin tek bir kelime bile etmeden doğru duşa girmiş ve yaklaşık bir saat sonra çıktığında Emre'yi O'nu seyrederken bulmuştu. Hiç konuşmadan kanapeye uzanmış ve gözlerini kapamıştı...

Uyandığında akşam olmuştu; Emre alışveriş yapmış, atıştıracakları birşeyler ve 2 şişe de Merlot şarap almıştı.

Emre kadehlere şarap doldururken, Derin gözlerini sımsıkı kapamış "Emre ben ne yapıyorum?" diye sormuştu.

"Bak canım; bu yolculuğa çıkarken benden tek bir isteğin vardı soru sormak yok, hatta zorunda kalmadıkça konuşmak bile yok. Ben senin bu isteğine uyacağım, gel sen de kendine soru sormaktan vazgeç. Şurada geçireceğimiz 4-5 gün. Canın ne isterse onu yapacağız; uyumak istersen uyuyacaksın, sabahlara kadar klüp gezmek istersen de gezeceğiz." dediğinde Derin yerinden kalkarak Emre'nin yanağına hiç beklenmedik bir öpücük kondurdu.

Gece yarısına kadar kah sustular kah olimpiyat hazırlıklarından bahsettiler.

"Sen olmasaydın bunların altından kalkamazdım. Hiç aklına geliyor mu biz neden boşandık diye?"

"Günlerce tartışabiliriz bunu; ama gerek yok. Nasıl evlenmek için neden aramadıysak, bırak boşanmak için de neden aramayalım. Olmadı, yürümedi. Aşk bitti mi? Benim için hayır."

"Göğsünde uyuyabilir miyim bu gece?" Ne kadar da masum bir ifadeyle sormuştu bu soruyu.

Cevap vermedi; kalktı elinden tuttu ve yatak odasına götürdü Derin'i. Birlikte yatağa girdiler, ve Derin Emre'nin göğsüne kafasını yasladığı anda derin bir uykuya daldı.

Sabah olduğunda Emre'nin aynı pozisyonda hiç kıpırdamadan yattığını fark etti. Sadece gözleri kapalıydı, ama uyuduğundan emin olamıyordu. Yavaşça yataktan kalkıp kahve suyunu ısıtmak için salona geçti. Camlara vuran yağmur sesi eşliğinde kahveleri hazırladı; kısa bir duş aldı ve Emre'yi alnından öperek uyandırdı.

"Hadi kalk bakalım, önce sert bir kahve sonra duş ve ver elini Londra sokakları. Yağmur altında yürüyelim, ıslanalım istiyorum".

Emre, Derin'in her istediğini yerine getirmek için hiç itiraz etmeden yataktan fırladı, ve kahvesini içmeden kendini duşa attı. 1 saat sonra Londra sokaklarındaydılar.

Turistik olmayan ne kadar ara sokak varsa, yürüdüler, yürüdüler. Saatler sonra donlarına kadar ıslanmışken küçük bir lokantadan içeri girerken Derin "Ben çok şanslıyım" dedi.

2 saat süren yemekte, etraftaki insanları seyretmişler, arada yemeğin tadından ve şaraptan bahsetmişlerdi.

Yağmur biraz durulduktan sonra tekrar yürüyerek stüdyo dairelerine dönmüşlerdi.

"Bu akşam için Zuma'da yer ayırttım; ama istediğin başka birşey varsa hemen söyle. Daha gidelim dediğinde yer bulamayız diye İstanbul'dan aramıştım. Hani Levent'ler de İstanbul'a Zuma'yı getirdiklerinde başbaşa defalarca yemek yemiştik" derken hafif kızardı yüzü.

"Güzel fikir Emre; ama biraz dinlenmeliyim, umarım erken bir saate yaptırmamışsındır rezervasyonu?"

"Hayır, saat 21:30'a yaptırdım; dinlenecek çok vaktin var."

Derin, üstündeki ıslak eşyaları çıkarıp üstüne kuru birşeyler geçirdikten sonra salondaki kanapeye uzandı ve Emre'yi seyretmeye başladı. Elinde bir dergi, küçük bir çocuk gibi kanapede bacaklarını göğsüne çekmiş, bir taraftan bir şarkı mırıldanıyor bir taraftan da derginin sayfalarını karıştırıyor.

"Emre, beni özlemedin mi?"

"Derin, yanlış yerlere doğru gidiyoruz, bırak dergi mi okuyayım".

"Emre, beni hala istiyor musun?"

"Ne yapmaya çalışıyorsun? O gece kendime hakim olamadım; de ki içki yüzünden... Ama şimdi ayığım, karşımda yatıyorsun ve O binlerce km uzakta."

"Eeee?"

"Hadi kalk hazırlanalım. Zuma'dan önce seni bir yere götürmek istiyorum. O cafe'yi gördüğünde çıldıracaksın".

"Peki"...

1 saat sonra, siyah deri bir pantalon, her zamanki beyaz gömleklerinden biri, yüksek topuklu çizmeleri ve hafif makyajı ile Derin karşısındaydı...

"Anlıyorum, inadına yapıyorsun bütün bunları. Beni yoldan çıkaracaksın ve sonra da kendimi suçlu hissettireceksin."

"Hahahahhhaaa... Yok öyle birşey; sen demedin mi Zuma'ya gideceğiz diye, ben de yanımda getiriğim en şık şeyleri giydim"..

"Yaa evet, bir tek kırbacın eksik"

Montlarını giyip, daireden çıktılar. Bir taksi çevirip; Soho'ya doğru yol aldılar. Halleri çok komikti, birbilerine değmemek için arabanın en sağ ve en sol tarafına yaslanmış bir şekilde oturup hiç konuşmamaya çalışarak Emre'nin bahsettiği cafeye doğru yol aldılar.

Arabadan indiklerinde çılgın yağmur durmuştu.

Bir ara sokağa girip beş on adım attıklarında Derin'den bir çığlık koptu "Emreeeee, inanmıyorum sana" Karşısındaki cafenin adı "Dream World" idi ve neredeyse "Hayal Dünyası" ile aynıydı... Tek fark, burada duvardan duvara mor bir kütüphane vardı.

Koşarak içeri girdi ve hemen bara yaklaşarak 2 bardak ale ısmarladı. Emre gülerek arkasından geliyordu.

"Sen delisin? Ne zaman keşfettin burayı? Benim neden haberim yok?"

"Kızım saçmalama; hatırla sana ilk evlendiğimizde Londra'dan bir dekorasyon dergisi getirmiştim; e içinde bu cafenin resimleri vardı; tek fark adı "Lady Charlotte" idi."

"Ha-tır-la-mı-yo-rum".

Keyfi yerine gelmişti Derin'in. Kendini evinde hissetmek... derken hüzün kapladı yüzünü... O evden kaçmıştı oysa ki.

Biralarını bitirdikten sonra, dışarı çıktılar. Hava kupkuruydu. Tam vaktinde Zuma'daydılar.

Emre içeri girdikten sonra birileri ile selamlaştı; Londra'daki iş arkadaşlarıydı. Derin yan gözle hepsini birer birer süzdü; jilet gibi takım elbiseler içinde 40'ına merdiven dayamış bir sürü yakışıklı adam... Ellerinden her gün minimum milyon dolarlık hisse senetleri geçen ve hepsi de sanki o milyon dolarlara sahipmişcesine kendilerinden emin...

Emre'ye baktı; onlardan hiçbir farkı yoktu. Hatta Armani bir canvas pantalonun üstüne çektiği Hugo Boss kadife ceketiyle  hepsinden çok daha yakışılıydı. Göz göze geldiler; Derin hafifçe gülümsedi.

Emre'nin kulağına fısıldayarak "istersen hep birlikte yemek yiyebiliriz" dediğinde parfümünün kokusu bir an içinin geçmesine sebep oldu. Üniversitede karşılaştıkları gün de bu parfümün kokusunu duymuştu...

Garson masalarını birleştirmiş ve hep bir ağızdan konuşarak yemeklerini yemişlerdi.

Gece yarısını geçiyordu; içlerinden biri "geceyi şimdi sonlandırmaya niyetiniz yok herhalde; e bu durumda aşağı sokaktaki bara gidiyoruz" diyerek herkesin bir anda kalkmasına sebep oldu. Birileri hesabı ödemişti, Derin çocuklardan birinin koluna girmişti ve Emre O'nu biraz uzaktan izliyordu, hafif kıskançlıkla.

Gittikleri bar ilginçti, uzun zamandır bu kadar eğlenmemişti. Gayler bir tarafta, travestiler diğer tarafta, onlar da yukarıdaki balkon gibi yerden sarkarak aşağıdaki gürühu izliyorlardı.

Saat sabahın 4ü olmuştu, Derin yavaşça Emre'nin yanına sokulup "götür beni" diye kulağına fısıldadı.

Hava buz gibiydi, yağmur yağıyordu ve Derin mutluydu.

Daireye geldiklerinde üstündekileri birer birer çıkararak çırılçıplak kaldı.

"Hala mı beni isteyip istemediğini bilmiyorsun?"










Hiç yorum yok:

Yorum Gönder