26 Şubat 2013 Salı

Karmaşa

Bu aralar hayatımızdaki karmaşa bizi farklı yerlere sürüklemeye çalışırken, bazırlarımız da dinginliğin keyfine varmakla meşgul.

Biraz da seçim yapmakla ilgili bir konu bu galiba; ne okumak istediğinle, ne yapmak istediğinle, yada nereye gitmek istediğinle ilgili bir konu.

Ha tabi bir de şartların seni içine çekmesi, ayağına dolanması veya sana farklı fırsatlar sunarak seni bambaşka diyarlara sürüklemesi var.

Her iki şekilde de "eğer istemiyorsan" yapmak zorunda hissetmemelisin. Ne var "canı cehenneme" desen, ölür müsün? Bugüne kadar demedin de ne kazandın?

Sabah sabah bunları düşünmekten kendini alamıyorsun; iyi güzel de neden alternatifleri önüne serip de çözüm üretmiyorsun. Yorulmuş olabilirsin, dağılmış olabilirsin, hatta sürünüyor olabilirsin, bunların hiç biri senin önündeki alternatifleri değerlendirmen için bir engel değil. Aksine, seni dürtmeli, silkelemeli...

Yol yapmak mı istiyorsun, atla arabaya, bas gaza... Seni götüreceği yer önemli değil, yeter ki sen yola çık.

Dolunay, Ocak, Şubat.... Başka ne bahane üreteceksin kendine meraktayım...

Bordo ojeleri sürünce kendini iyi hissettin değil mi? Yada gözlerine mor kalem çekince! Ya da kızınla Oscar törenini izlerken yaptığın dedikodu sırasında çok eğleniyordun... Bu kadar basit işte...

Biliyorum bunları yazmak "basit"; uygulamaya geldiğinde tıkanıp kalıyorsun.

Bak fallar bile seninle dalga geçiyor "yok Merkür 3 hafta seni etkisi altına alıyor, bu 3 hafta kırıcı olabilirsin"... Eeee kırıcı olmadığında ne değişiyor? Durmadan kendini kırıp geçirmiyor musun? Nereye kadar?

Uykusuz kalıyorsun, günleri sayıyorsun, etrafında keyif alabileceğin şeyleri es geçiyorsun, durmadan parçalıyorsun kendini, yoruyorsun boşu boşuna...

Bak o kadar hayalini kurduğun kitabı bile yazmaktan çekiniyorsun, e hayalini gerçekleştirmekten de mi korkuyorsun?

Herkesin dilinde bir kaçıp gitmek lafı... Kendini de yanında götürdükten sonra kaçış gitmek işe yarayacak mı? Bütün mesele "mekan" değiştirmekte mi?

Sorular, sorular, sorular... Boşver soru sormayı kendine, bırak gitsin... Su akar, yolunu bulur... Bulmaz mı? Bulur, yeter ki sen iste...




7 Şubat 2013 Perşembe

Ruhum biraz daha mı yaşlandı ne?

Soğukluğunu sevmiyorum Ocak aylarının... Sadece havanın değil insanların suratlarında da o soğuk ifade oluşmuyor mu dayanamıyorum... Güne karanlıkta başlamak, günü karanlıkta bitirmek... Ocak ayı işte... Kar yağsa bile o beyazlığın arkasından oluşan çamur görüntü... Ocak ayı işte... Ha bir de arka arkaya gelen ölümler... Her yeni güne uyandığımızda kulağımıza gelen can acıtıcı olaylar...

Okullar tatil olduğunda kızımla zaman geçiremeyeceğimi bilmek de bir başka Ocak ayı derdi!

Yok sevmiyorum ben kışı, ben yaz çocuğuyum, bahar gelsin, yaz gelsin, sıcak, güneş, bunlar beni mutlu ediyor...

Böyle değildim eskiden, yada "gençken"... Ruhum mu yaşlanıyor ne? Bedenim de ufak tefek oyunlar oynuyor da ama asıl ruhumun bana oyun oynamasından pek de haz duyduğum söylenemez.

Bugün daldan dala atlama günüm herhalde...

Aklıma geldi, hayallerinin peşinden koşan insanlar şanslı mı doğuyorlar, şanslarını kendileri mi yaratıyorlar yada dünya hiç umurlarında değil o yüzden hayallerinin peşinden koşuyorlar...

Güneş sırtıma vurdukça mayışıyorum ya, ruhum bedenime diyor ki "işte şimdi tam da yayılıp kitap okuma zamanı", beynim bedenime diyor ki "ne kitabı, saçmalama senin çalışman lazım"... İşte ben burada kilitlenip kalıyorum..

O yüzden Defne'ye diyorum ya "ne istiyorsan yap, hayallerinin peşinden koş" yoksa benim gibi hayallerin olur ama sadece uzaktan uzağa yalanırsın.

Yalanmak dedim de aklıma geldi, evet bugün böyle bir gün, geçenlerde iki arkadaş sohbet ediyorlar, ben de uzaktan seyrediyorum, bir taraftan da kulak misafiri olmaya çalışıyorum. Tahminen ben yaşlarda ikisi de.. Biri evli anladığım kadarıyla diğeri bekar. Hayatlarındaki erkeklerin onlara yaptıkları sürprizleri ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Düşünüyorum, ne kadarı gerçek?

Sabahları dayak yemiş gibi yataktan kalkmak kadar sıkıcı ne olabilir ki? Her sabah aynı tempo, rutin hareketler...

Etrafımdaki bazı şeyleri kaldıramaz oldum; çok yakınımdaki saçmalıklara baktıkça "ne işim var burada?" diye düşünmeden edemiyorum... Doğru yerde miyim? Hayatımı bu kadar mı kontrol edemez hale geldim? Neden hep bir karmaşanın içindeyim ki? Yoksa karmaşayı ben mi yaratıyorum? Cevapsız sorular sinsilesi içinde boğuluyorum anlayacağın.

Bazen öyle anlar geliyor ki kelime bulamıyorum kendimi ifade etmek için; ha bazen de kendimi ifade etmekten kaçınıyorum.

Uzun zamandır lodosun etkisi çok fazla üzerimde... Severim aslında lodosu; yakıştırırım İstanbul'a, martıların coşkusu lodosla arttıkça daha da bir mutlu olurum, yüzüme bir gülümseme çöker... Ama bu sefer biraz uzun oldu galiba... Yada lodos ve martılar da beni mutlu edemiyor.

Offf, yazının başından şu ana kadar yazdıklarımı okudum da gerçekten çok saçmalamışım. Arada bir benim de hakkım olmalı saçmalamak.

Maskeler... Bir de buna taktım son zamanlarda... Maske takıp da mı dolaşmalı yoksa takmadan mı dolaşmalı? Senin maskesiz halin hangisi gösteriyor musun ki benden de aynısını istiyorsun! Hadi canım, gerçek seni kendine bile göstermezken... Neyse, saçmalama boyutu git gide artıyor...

Ocak'dan bahsederken, Şubat'ın ilk haftasını bitirdik bile; şaka gibi... Evet, benim ruhum biraz daha yaşlandı, artık kesinlike inanıyorum buna.

Arkadaşlar arasında konuşulur ya "terk edeceğim İstanbul'u", aslında bir kısmı gerçekten bunun için plan yapar da bir kısmının ağzından çıkanı kulağı duymaz... Etrafımdaki kuru kalabaliktan sıkıldığım içindir ki, ben de gitmeyi istiyorum. Ne olur bir ayağım orada bir ayağım burada olsa?! Çok mu şey istiyorum acaba?

Ever, benim ruhum biraz daha yaşlandı bugün...