8 Ağustos 2012 Çarşamba

Sabah, Emre, Aras, Gece

Sabah gözünü açtığında, Emre yanında yatıyordu... Hatırlamaya çalıştı geceyi; güldü kendi kendine...
Aras, hastane odasında kimbilir neler düşünüyordu? Hemşirelere, doktorlara kök söktürüyordur diye aklından geçirdi.

Birlikte olmaya başladıkları günlerde yaptıkları bir tartışmada sormuştu; "neden kırıyoruz birbirimizi?"

"Bazen çok anlamsız kırıyoruz birbirimizi, bazen görmüyoruz etrafımızda olup biteni, bencilce yaşıyoruz bazen, "biz" olmayı unuttuk, hep "ben" diye diye yalnızlığa sürüklüyoruz kendimizi... Özür dilemeyi unuttuk, çünkü hep "ben haklıyım"... Bugün milat olsun; bir dur düşün... Bir kelebeğin kozadan çıkıp kanat çırpmaya başladığı anı getir gözünün önüne... Hayat, yaşanan bunca sıkıntıya, acıya rağmen binlerce güzelliği de ayaklarımız altına seriyor... Kapa gözlerini ve düşün... Sonra... Sonra kırmaya devam etmek istiyorsan diyecek söz yok..."

Aras bunları dinledikten sonra bir sigara yakmış, gözlerini kaçırarak "başka türlüsünü bilmiyorum" diyebilmişti.

Hep aynı cevap, hep aynı...

Emre'yi uyurken hiç seyretmediğini fark etti. Yastığa sarılmış kedi yavrusuna benziyordu...

Kahvesini alıp salondaki kanapeye kıvrıldı; o sırada Emre uyandı.

"Günaydın"

"Günaydın"

"Program ne bugün? Ne yapmak istiyorsun? Akşam -Cats- oynuyor gitmek ister misin?"

"Hımmm... olabilir; çıkıp biraz hava alalım önce, bir yerlerde yemek yiyelim. Sonra bakarız."

"Ok canım, yalnız Ali ile buluşmam lazım bir ara, sen alışveriş yaparken ben ofisine giderim, sonra Jamie's de buluşuruz. Olur mu?"

"Tamam."

1 saat sonra Church Street'deki Alfie's Antika dükkanının önündeydiler. Derin, Hayal Dünyası için ucuz birşeyler bulurum umuduyla dükkana girdi, Emre de Ali'nin ofisine doğru yol aldı.

Her şey çok pahalıydı; sadece bir tepsi buldu fiyatı uygundu "Gönül hanım bayılır buna" diye düşündü. Ama Gönül hanıma alırsa, annesine de almalıydı, Asiye'yi de unutmamalıydı.

Tepsiyi alıp, dükkandan çıktı. Church Street boyunca ne kadar dükkan varsa hepsine girip çıktı, annesine bir fincan, Asiye'ye de örtü aldı. Hepsi hediyelerine bayılacaktı.

Porto Bello Road'da daha uygun şeyler bulacağını düşünerek, oraya gitmeye karar verdi.

Emre'yi aramalıydı, telefonu çaldı. "Hey ben de seni arayacaktım. Porto Bello Road'a gidiyorum; benimle orada buluşsana".

"Olur, ama benim gelmem 1 saati geçer, geldiğimde ararım seni. Bütün paranı harcama olur mu?"

"Hahahah, seni neden yanımda getirdim sanıyorsun?"

1 saat sonra Emre yanına geldiğinde elleri kolları dolmuştu.

"Ya vallahi sen adam olmayacaksın? Geldiğimizden beri durmadan alışveriş yapıyorsun. Bunlar son artık. Hadi yürü, şunları gidip daireye bırakalım, üstümüzü değiştirip çıkalım. Emrivaki olacak ama Ali ile buluşacağız."

"Annem bitti sen başladın, iyi be para benim değil mi?"

"Hayır canım değil, biliyorsun ki bankanın! Hadi konuşma da yürü şuradan bir taksi çevirelim."

Neredeyse akşam olmuştu, Derin sabahtan beri hiçbir şey yemediğini fark etti.

"Emre ne giyeyim?"

"Çuval!"

"hahahahha tabi ya ne giysem yakışır bana zaten!"

Covent Garden'da Jamie's'de buluşacaklardı.

Yemeğe oturduklarında masanın etrafında 8 kişi vardı, bu sefer kadınlar erkeklere eşlik etmişlerdi. Bir tek Ali'nin yanında erkek arkadaşı vardı. Oysa, Ali'yi ilk gördüğünde tahmin bile yürütmemişti.

Güzel bir yemek, şişe şişe kırmızı şarap, güzel sohbet... Keyifli insanlardı eski iş arkadaşları; ama arada kadınların bakışlarını üstünde hissettiğinde geriliyordu. O anlarda Emre'nin eli mutlaka elinde oluyor ve herhangi bir ters hareket yapmaması için elini sıkıyordu.

Yemekten kalktıklarında yine gece yarısı olmuştu. Yarın son günleriydi ve müzikale gidecek zamanları kalmıyordu.

"Derin, dönmeden önce seninle konuşmak istiyorum."

Derin boş gözlerle bakmıştı Emre'ye.

"Lütfen bırak Aras'ı. Gerekirse, buraya yerleş. Bak son bir senede ne hale geldin. Yemek yemiyorsun, sigara-kahve-içki üçgeninde bir yaşam geçiriyorsun. Değer mi?"

"Emre, yapamam. Daha doğrusu elimde değil, yapamıyorum. Senin karşında çırılçıplak bile dururken gözümün önünden geçiyor."

"Derin dün gece ne yaptığını yada ne söylediğini hatırlıyor musun?"

"????"

"Emin misin?"

"Ne demek istiyorsun Emre?"

"Senin çocuğunu doğurursam eğer Aras'dan kurtulurum dedin bana"

"?????"

"Evet Derin, aynen bu kelimeleri kullandın. Biz evliyken bile çocuk lafı etmedik ve sen o çalışma temposu içinde çocuk doğuran arkadaşlarınla dalga geçtin. Ve gece, saçlarını okşarken benden bir çocuk istediğini söyledin."

"???"

"Uçağa binmeden önce ne yapmak istediğine karar ver."

"Emre?"

"İyi geceler Derin"








7 Ağustos 2012 Salı

Gece, gündüz birbirine karıştı...

Emre, karşısında duran kadına bakarken hiçbir şey düşünemiyordu... Ne yaparsa yapsın kaçamayacaktı; oysa başından beri planladığı, dile getirmese de, bu değil miydi? 

Ama, hayır, böyle bir şey bir kez daha tekrarlanırsa geri dönüşü olmayacaktı... Karşısında duran kadın, sadece eski karısı değil, belki de aşkı en son tattığı kadındı.

Derin'in kıpırdamadan karşısında durması, Emre'yi heyecanlandırıyor, ama yerinden kıpırdayamıyordu...

Uzun bir süre birbirlerine baktılar, sonunda sessizliği Emre bozdu "hayır Derin"...

Bir hışım montunu kaptığı gibi, kapıyı çarpıp, kendini sokağa attı. Londra'da olmak, Derin'le aynı evde kalmak, sanki birlikteymişcesine gezip tozmak, hepsi ama hepsi yanlıştı.

Londra'da iş trafiği başladığında Emre 2 saattir yürüdüğünü fark etti. Bir cafeden kahve alıp, geri dönmek için taksi çevireceği sırada telefonu çaldı. Gönül Hanımdı arayan... 

"Merhaba, Emre oğlum, nasılsınız?"

Emre bir anda neye uğradığını şaşırdı; bu kadın neden O'nu arıyordu? 

"Merhaba Gönül Hanım, teşekkürler. Hayırdır? Af edersiniz birden telefonumda isminizi görünce telaşlandım hatırınızı sormadım. Nasılsınız?"

"Normaldir Emre, önemli değil. Ben iyiyim; merak ettim Derin iyi mi?"

Ne cevap vereceğini bilemeden birkaç saniye sessizlik sonrasında "Derin mi? Bilmem iyidir herhalde, en son 2 gün önce konuşmuştum. Ters bir şey mi var?"

"Yok, her şey yolunda; Aras, Derin'in verdiği tüm talimatlara uyuyor, o yüzden hepimizin keyfi yerinde. Ben, yani, düşündüm ki, belki sen, neyse af edersin Emre oğlum, rahatsız ettim seni."

"Ne demek rahatsızlık Gönül hanım? Yoksa Derin? yani benimle mi?"

"Aynı gün ikiniz de gidince, Murat ile kahve içerken acaba mı dedik. Sadece ikimiz; kimse bilmiyor. Eğer seninleyse mutlu olurum, güvenilir ellerdedir. Ama yok, anladım seninle değil. Neyse, iyidir inşallah. Seni de rahatsız ettim, kusura bakma".

"Gönül Hanım..."

"Efendim Emre?"

Sessizlik her şeyi en iyi şekilde açıklıyordu; telefondaki ses bir anda rahatladı...

"Sana kolay gelsin, dönüşte mutlaka bir çay içmeye bekliyorum, iyi günler"

"Size de iyi günler Gönül Hanım; ben... ben teşekkür ederim"

Telefon kapandığında, Emre terden sırılsıklam olmuştu. Bu kadın çok akıllıydı ve dönen dolabı şıp diye anlamıştı. Yapacak bir şey yoktu, emindi, O ser verir sır vermezdi.

Daireye döndüğünde, Derin'i yatakta çarşafa sarınmış bir şekilde, çırılçıplak buldu. Üstündekileri çıkarıp, yanına kıvrıldı. 

Uyandığında akşam üstü olmuştu neredeyse, Derin etrafta yoktu... Kahve makinesinin yanında bir not buldu "bekle beni"...

Duşunu aldı, CNN'de haberleri izledi, BBC'de olimpiyat açılışı çalışmalarını anlatan bir belgesele takıldı. Hava kararmaya başlamıştı, Derin hala ortada yoktu. Telaşlanmak için bir neden yoktu da ama Derin'in saat kaçta daireden çıktığını da bilmiyordu ki.

Tam üstüne bir şeyler geçirmek için kalktığında anahtar sesini duydu. Derin, eli kolu dolu karşısında duruyordu.

"Hayırdır? Bakıyorum Londra'yı satın almışsın"

"Yok be saçmalama, ıvır-zıvır.. En çok da yiyecek bir şeyler.. Sana yemek yapacağım; şimdi sen TV karşısına geç ve yemek hazır olana kadar tembellik yap..."

"Sen..."

"Ben ne?"

"Yok bir şey canım boş ver..."

Bir saat sonra sofra hazırdı; mozarellalar, parmesanlı roka salatası, bol sarımsaklı domates soslu spagettive Corvus şarap..

"Aaaa Corvus'u nereden buldun?"

"Ya, gel elin Londrasına sonra bir şişe Türk şarabı ile sofraya otur. Aşağıdaki şarküteriden alışveriş yaparken buldum; ben de kaptım 3 şişeyi geldim kasaya. Arkamdakiler de kendi aralarında konuşuyorlardı, -Türk şarabı, herhalde çok güzel ki, kadın 3 şişe almış- diye. Durur muyum Bozcaada'dan Reşit Soley'e kadar Corvus'la ilgili ne biliyorsam anlattım. Herhalde son iki saatimi şarküterideki müşterilere Türk üzümlerini ve şaraplarını tanıtmakla geçirdim."

Deliydi bu kadın; bu deliliğine, bu pervasızlığına aşık olmuştu Emre... Bu nedenle vazgeçemiyordu... Saatlerce sofrada oturdular, 3 şişe Corvus bittiğinde gece yarısını geçmişti.

Masayı öylece bırakıp, yatağa uzandılar...

"Emre?"

"Efendim?"

"Ben..."

"Sus Derin, bu anı bozma..."


Londra ve Emre

Yağmur hiç dinmedi uçaktan indiklerinden beri... Taksi şöförü 1 hafta daha güneş yüzü göremeyeceklerini söylüyordu Derin dışarıyı izlerken... Emre, Trafalgar'a çok yakın bir yerde bir apart otelde yer ayırtmıştı; müthiş bir studyo daire, ve sadece ikisine ait...

Otele vardıklarında Derin tek bir kelime bile etmeden doğru duşa girmiş ve yaklaşık bir saat sonra çıktığında Emre'yi O'nu seyrederken bulmuştu. Hiç konuşmadan kanapeye uzanmış ve gözlerini kapamıştı...

Uyandığında akşam olmuştu; Emre alışveriş yapmış, atıştıracakları birşeyler ve 2 şişe de Merlot şarap almıştı.

Emre kadehlere şarap doldururken, Derin gözlerini sımsıkı kapamış "Emre ben ne yapıyorum?" diye sormuştu.

"Bak canım; bu yolculuğa çıkarken benden tek bir isteğin vardı soru sormak yok, hatta zorunda kalmadıkça konuşmak bile yok. Ben senin bu isteğine uyacağım, gel sen de kendine soru sormaktan vazgeç. Şurada geçireceğimiz 4-5 gün. Canın ne isterse onu yapacağız; uyumak istersen uyuyacaksın, sabahlara kadar klüp gezmek istersen de gezeceğiz." dediğinde Derin yerinden kalkarak Emre'nin yanağına hiç beklenmedik bir öpücük kondurdu.

Gece yarısına kadar kah sustular kah olimpiyat hazırlıklarından bahsettiler.

"Sen olmasaydın bunların altından kalkamazdım. Hiç aklına geliyor mu biz neden boşandık diye?"

"Günlerce tartışabiliriz bunu; ama gerek yok. Nasıl evlenmek için neden aramadıysak, bırak boşanmak için de neden aramayalım. Olmadı, yürümedi. Aşk bitti mi? Benim için hayır."

"Göğsünde uyuyabilir miyim bu gece?" Ne kadar da masum bir ifadeyle sormuştu bu soruyu.

Cevap vermedi; kalktı elinden tuttu ve yatak odasına götürdü Derin'i. Birlikte yatağa girdiler, ve Derin Emre'nin göğsüne kafasını yasladığı anda derin bir uykuya daldı.

Sabah olduğunda Emre'nin aynı pozisyonda hiç kıpırdamadan yattığını fark etti. Sadece gözleri kapalıydı, ama uyuduğundan emin olamıyordu. Yavaşça yataktan kalkıp kahve suyunu ısıtmak için salona geçti. Camlara vuran yağmur sesi eşliğinde kahveleri hazırladı; kısa bir duş aldı ve Emre'yi alnından öperek uyandırdı.

"Hadi kalk bakalım, önce sert bir kahve sonra duş ve ver elini Londra sokakları. Yağmur altında yürüyelim, ıslanalım istiyorum".

Emre, Derin'in her istediğini yerine getirmek için hiç itiraz etmeden yataktan fırladı, ve kahvesini içmeden kendini duşa attı. 1 saat sonra Londra sokaklarındaydılar.

Turistik olmayan ne kadar ara sokak varsa, yürüdüler, yürüdüler. Saatler sonra donlarına kadar ıslanmışken küçük bir lokantadan içeri girerken Derin "Ben çok şanslıyım" dedi.

2 saat süren yemekte, etraftaki insanları seyretmişler, arada yemeğin tadından ve şaraptan bahsetmişlerdi.

Yağmur biraz durulduktan sonra tekrar yürüyerek stüdyo dairelerine dönmüşlerdi.

"Bu akşam için Zuma'da yer ayırttım; ama istediğin başka birşey varsa hemen söyle. Daha gidelim dediğinde yer bulamayız diye İstanbul'dan aramıştım. Hani Levent'ler de İstanbul'a Zuma'yı getirdiklerinde başbaşa defalarca yemek yemiştik" derken hafif kızardı yüzü.

"Güzel fikir Emre; ama biraz dinlenmeliyim, umarım erken bir saate yaptırmamışsındır rezervasyonu?"

"Hayır, saat 21:30'a yaptırdım; dinlenecek çok vaktin var."

Derin, üstündeki ıslak eşyaları çıkarıp üstüne kuru birşeyler geçirdikten sonra salondaki kanapeye uzandı ve Emre'yi seyretmeye başladı. Elinde bir dergi, küçük bir çocuk gibi kanapede bacaklarını göğsüne çekmiş, bir taraftan bir şarkı mırıldanıyor bir taraftan da derginin sayfalarını karıştırıyor.

"Emre, beni özlemedin mi?"

"Derin, yanlış yerlere doğru gidiyoruz, bırak dergi mi okuyayım".

"Emre, beni hala istiyor musun?"

"Ne yapmaya çalışıyorsun? O gece kendime hakim olamadım; de ki içki yüzünden... Ama şimdi ayığım, karşımda yatıyorsun ve O binlerce km uzakta."

"Eeee?"

"Hadi kalk hazırlanalım. Zuma'dan önce seni bir yere götürmek istiyorum. O cafe'yi gördüğünde çıldıracaksın".

"Peki"...

1 saat sonra, siyah deri bir pantalon, her zamanki beyaz gömleklerinden biri, yüksek topuklu çizmeleri ve hafif makyajı ile Derin karşısındaydı...

"Anlıyorum, inadına yapıyorsun bütün bunları. Beni yoldan çıkaracaksın ve sonra da kendimi suçlu hissettireceksin."

"Hahahahhhaaa... Yok öyle birşey; sen demedin mi Zuma'ya gideceğiz diye, ben de yanımda getiriğim en şık şeyleri giydim"..

"Yaa evet, bir tek kırbacın eksik"

Montlarını giyip, daireden çıktılar. Bir taksi çevirip; Soho'ya doğru yol aldılar. Halleri çok komikti, birbilerine değmemek için arabanın en sağ ve en sol tarafına yaslanmış bir şekilde oturup hiç konuşmamaya çalışarak Emre'nin bahsettiği cafeye doğru yol aldılar.

Arabadan indiklerinde çılgın yağmur durmuştu.

Bir ara sokağa girip beş on adım attıklarında Derin'den bir çığlık koptu "Emreeeee, inanmıyorum sana" Karşısındaki cafenin adı "Dream World" idi ve neredeyse "Hayal Dünyası" ile aynıydı... Tek fark, burada duvardan duvara mor bir kütüphane vardı.

Koşarak içeri girdi ve hemen bara yaklaşarak 2 bardak ale ısmarladı. Emre gülerek arkasından geliyordu.

"Sen delisin? Ne zaman keşfettin burayı? Benim neden haberim yok?"

"Kızım saçmalama; hatırla sana ilk evlendiğimizde Londra'dan bir dekorasyon dergisi getirmiştim; e içinde bu cafenin resimleri vardı; tek fark adı "Lady Charlotte" idi."

"Ha-tır-la-mı-yo-rum".

Keyfi yerine gelmişti Derin'in. Kendini evinde hissetmek... derken hüzün kapladı yüzünü... O evden kaçmıştı oysa ki.

Biralarını bitirdikten sonra, dışarı çıktılar. Hava kupkuruydu. Tam vaktinde Zuma'daydılar.

Emre içeri girdikten sonra birileri ile selamlaştı; Londra'daki iş arkadaşlarıydı. Derin yan gözle hepsini birer birer süzdü; jilet gibi takım elbiseler içinde 40'ına merdiven dayamış bir sürü yakışıklı adam... Ellerinden her gün minimum milyon dolarlık hisse senetleri geçen ve hepsi de sanki o milyon dolarlara sahipmişcesine kendilerinden emin...

Emre'ye baktı; onlardan hiçbir farkı yoktu. Hatta Armani bir canvas pantalonun üstüne çektiği Hugo Boss kadife ceketiyle  hepsinden çok daha yakışılıydı. Göz göze geldiler; Derin hafifçe gülümsedi.

Emre'nin kulağına fısıldayarak "istersen hep birlikte yemek yiyebiliriz" dediğinde parfümünün kokusu bir an içinin geçmesine sebep oldu. Üniversitede karşılaştıkları gün de bu parfümün kokusunu duymuştu...

Garson masalarını birleştirmiş ve hep bir ağızdan konuşarak yemeklerini yemişlerdi.

Gece yarısını geçiyordu; içlerinden biri "geceyi şimdi sonlandırmaya niyetiniz yok herhalde; e bu durumda aşağı sokaktaki bara gidiyoruz" diyerek herkesin bir anda kalkmasına sebep oldu. Birileri hesabı ödemişti, Derin çocuklardan birinin koluna girmişti ve Emre O'nu biraz uzaktan izliyordu, hafif kıskançlıkla.

Gittikleri bar ilginçti, uzun zamandır bu kadar eğlenmemişti. Gayler bir tarafta, travestiler diğer tarafta, onlar da yukarıdaki balkon gibi yerden sarkarak aşağıdaki gürühu izliyorlardı.

Saat sabahın 4ü olmuştu, Derin yavaşça Emre'nin yanına sokulup "götür beni" diye kulağına fısıldadı.

Hava buz gibiydi, yağmur yağıyordu ve Derin mutluydu.

Daireye geldiklerinde üstündekileri birer birer çıkararak çırılçıplak kaldı.

"Hala mı beni isteyip istemediğini bilmiyorsun?"